Bu bilgiler 2002 yılında derlenmiş ve Başbakanlığın web sitesinde yayınlanmıştır. Telif hakları Fransa’nın Türkiye Büyükelçiliğine aittir.
Tarihsel Panorama
1945-1973 : Şanlı otuz yıldan işsizliğin yükselişine
İkinci Dünya Savaşından sonra, dünyanın gelişmiş ülkeleri güçlü ve uzun bir büyüme evresi yaşarlar. Ford’çu üretim modeli sanayinin tamamına yayılır ve kitlesel üretimin doğmasına yol açar. Teknolojik yeniliklerin sayısı giderek artmaktadır ve egemen ekonomi olan Amerika Birleşik Devletleri ekonomisinin iş verimliliği yılda % 2,5 tür.
Avrupa ve Fransa, o döneme özgü iki olayın daha eklendiği bu yenilikler dalgasından yararlanırlar : Savaşın fabrikalar, üretim araçları veya binalar üzerinde yarattığı hasarların ardından yeniden inşa eylemi ve teknolojide Amerika Birleşik Devletleri ile aradaki farkın kapatılması çabaları. Sermayeye ve teknolojiye yönelik bu iki yatırım çabası çalışma verimliliğinde yılda %5 düzeyinde bir büyümeye yol açar. Bu hızlı büyümede, kişi başına düşen üretim her 14 yılda bir ikiye katlanır. Ekonomist Jean Fourastié’nin deyişiyle "Şanlı Otuz Yıl boyunca, kişi başına düşen üretim ve dolayısıyla zenginlik hemen hemen dört misli artar!". Avrupa toplumlarının giderek sanayileşmeleri, toplumda derin bir değişimi de beraberinde getirir : tarım kesiminden gelenler sanayi çalışanlarının sayısını iyice artırır. 60’lı yıllarda Fransa’da tarım istihdamının payı %20 iken, 1970’te % 10’un biraz üzerindedir. Sanayileşme, kentleşme ve köyden kente göçle atbaşı gitmektedir.
Petrol şokları, verimliğin yavaşlaması
Bretton Woods’un para sisteminin sonu (1971) ve İsrail-Arap çatışmasının (1973) ardından gelen ilk petrol şoku bu büyüme döneminin sona erdiğini göstermektedir. 60’lı yılların sonunda beliren gerilimler enflasyon olarak yansımış (1968 yılında Fransa’da ve Avrupa’da %6, Amerika Birleşik Devletleri’nde %4) ve doların konvertibilitesinin bırakılması kararına neden olmuştur. Bretton Woods’un para sisteminin sonunun gelmesinin kökeninde, aslında yönetilemez duruma gelmiş bir büyüme olabilir.
Gerileme, 1975 yılına damgasını vurmuştur. 1973’ten 1979’a kadar büyüme, ortalama olarak net bir biçimde hızla yılda % 3’ün altında düşer. Enflasyon artar ve iki basamaklı rakamlara ulaşır. İki basamaklı rakamlara ulaşmış bir enflasyon ve zayıf bir büyüme karşısında ekonomi politikaları bir yol bulmakta zorlanmakta ve yetersiz gözükmektedirler. Avrupa büyük parasal kargaşalar yaşar ve işsizlik on yıllık bir süre içinde hemen hemen 5 puan artar. 60’lı yıllarda %3 civarlarında oynamaktayken, 1983’te %8’in üstüne çıkar.
Gerek GSYİH’nın büyümesi, gerek enflasyon, gerekse işsizlik bakımından olsun Fransa’nın eğrisi Avrupa’nınkine çok yakındır. Önce 1972 yılında kurulan "Sınırlı Dalgalanma", daha sonra "Avrupa Para Sistemi" ile para birliği taslağı, Avrupa konjonktürlerinin birbirine bağlanmasını karar altına almakta ve desteklemektedir. Bununla birlikte, birçok kez Fransa’daki işsizlikle Avrupa’daki işsizlik arasında birtakım farklılıklar belirmiştir. Sözgelimi, 1977’den 1981’e kadar Fransız ekonomi politikası tam istihdam hedefini tam manasıyla bırakmıştır. Barre Hükümeti (1976) etkin bir biçimde enflasyona karşı mücadele etmiştir. Bunun sonucunda işsizlik Avrupa ülkelerinin ortalamasına göre daha çok artmış, enflasyon konusunda nispeten bir performans yakalanmış, ama daha da önemlisi kamu açıkları üzerinde çok daha iyi bir denetim sağlanmıştır. 1979’da ikinci petrol şoku dünya ekonomisini yeniden vurur ve enflasyonu canlandırır. 1981’de Fransızlar bir sosyalist olan François Mitterrand’ı başkan olarak seçerler. Sağlam bir atılım ve istihdam politikasına büyük umutlar bağlanmıştır. Politikanın işsizlik üzerindeki etkisi Fransa’nın bu konuda Avrupa ortalamasının altına düşmesi için yeterli olmuştur. Ancak makro ekonomik baskılar, özellikle de dış baskılar Fransa’yı bu parantezi kapamaya zorlamış ve Delors Hükümetiyle 1983 yılında kemerler yeniden sıkılmaya başlamıştır.
Avrupa’nın Kurulması, Enflasyonun Yenilmesi
Amerika’nın ve Avrupa’nın ekonomik durumları 80’li yılların başlarından itibaren birbirinden ayrılır. Ekonomi politikaları farklı yönelimlere girer. Amerika Birleşik Devletleri’nde enflasyon, dış baskıları aşabilen bir para politikasının etkisiyle Avrupa’dakine göre daha önce yatışmıştır. Böylece, Amerika Birleşik Devletleri’nde 80’li yılların ikinci yarısı boyunca büyüme yeniden hız kazanır ve işsizlik oranı düşer. Büyümenin yeniden hız kazanmaya başlaması Avrupa’da daha geç, büyük olasılıkla 1986’da bir karşı şok hareketiyle gerçekleşir. Ama işsizlik oranı bakımından Amerika Birleşik Devletleri’yle arasındaki fark, her ne kadar 1986’da azalıyormuş gibi göründüyse de iyice açılmıştır.
Fransa’da 1983 yılından itibaren hükümet bir enflasyonla mücadele politikası başlatmıştır : rekabetle enflasyonu düşürme. Bu politika, ücretlerin fiyatlara endekslenmesini kaldırmaya, Fransız Frangı’ının değerini Alman Markı’na göre sabitlemeye (güçlü Frank politikası) ve ekonomiyi serbestleştirmeye (özelleştirmeler ve yönetmelik iptalleri yoluyla) dayanmaktadır.
90’lı yıllar Avrupa ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki farklılıkların kesinleştiği yıllardır. Körfez Savaşı (1990), ardından Almanya’nın yeniden birleşmesi (1991), 1993 yılında Avrupa’daki piyasaları ve yatırımları durgunluğa sokar. Yeniden birleşmenin yarattığı şok Almanya’da enflasyon arttırıcı büyük gerilimlere yol açar. Mark yeniden değerlendirilseydi belki şokun Avrupa’nın diğer ülkelerindeki etkisi hafiflerdi, ancak Avrupa ülkelerinin çoğunda ulusal paranın değerini sabit tutma dogması bir türlü terkedilememektedir. Sonunda kısıtlayıcı para politikası, yalnızca Almanya’da yapılacağı yerde bütün Avrupa’da uygulanır.
Almanya’nın yeniden birleşmesinden 1998 yılına kadar ekonomi politikasının başlıca amacı, Maastricht Antlaşması ile planlanmış olan Tek Avrupa Parası ve birleşme ölçütlerine uyulması olmuştur. Enflasyonun, kamu açıklarının, kamu borçlarının, belirli birtakım ölçütlere ulaşması gerekmektedir. Yürütülen politikalar gereğince, enflasyon ve kamu açıkları kontrol altına alınırken büyüme düşük düzeyde kalmış, işsizlik tırmanışa geçmiştir.
Yeniden büyümeye geçiş
1997 yılından bu yana Avrupa yeniden bir büyüme evresi yaşamaktadır. İşsizlik oranı 1997 yılının ortasından itibaren düşmeye başlamış ve üç yıllık büyümeden sonra, kamuoyu tartışmaları tam istihdamı dile getirmeye başlamıştır. Avrupa ekonomisinin kaldırabileceği işsizlik oranı nedir? Tam istihdama geri dönmek için daha ne kadar zaman gerekmektedir? İşte bu sorular sorulmaktadır.
Büyüme döneminin gereksinimi, 90’lı yılların başında birikmiş olan yatırımlardaki gecikmenin telafi edilmesi ile sağlanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde iş verimliliğindeki artışın yeniden yakalanması, yeni teknolojilerin yaratacağı bir büyüme dönemi beklentisini arttırmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde, 90’lı yılların sonunda, büyüme rakamları Şanlı Otuz Yıldaki rakamlarla kıyaslanabilir boyutlara ulaşmıştır. Avrupa’daki rakamlar ise verimliliğin büyüme hızında eskisinden pek farklı bir değişikliğe işaret edememektedir, ancak yarının Avrupa’sı ve Fransa’sı için Amerikan örneğini düşleyenlerin sayısı hiç de az değildir.
90’lı yılların sonunda Fransa’daki istihdam politikası oldukça iddialı bazı yenilikler için fırsat yaratmıştır. Düşük ücretlerden alınan vergilerin hafifletilmesi (1993 yılında başlamış, 1995 yılında artırılmış ve 1999 yılında tamamlanmıştır), gençlerin istihdam edilmesi (1997 yılında uygulanmaya başlamış ve 1998-1999 yılları boyunca geliştirilmiştir) ve haftalık 35 saat çalışma süresi (1999’da, 1996 tarihli Robien yasası ve 1993 yılındaki yarı zamanlı çalışma ücretlerinde vergi yükünün hafifletilmesinin ardından) kamuoyu tartışmalarına bol bol malzeme vermiştir. Bu önlemler Fransa’da yüksek istihdam performansının yakalanmasına ve başlıca ortaklarıyla arasındaki işsizlik oranı farkının düşmesine büyük olasılıkla katkıda bulunmuştur. 2000 yılında Fransa, Euro bölgesindeki büyümeyle kıyaslanabilir düzeyde bir büyüme yaşarken (% 3), işsizlik oranı da Avrupa geneline göre iki kat daha fazla düşmüştür (Avrupa’da 0,7’ye karşılık, Fransa’da 1,5 puan).
Büyümenin yeniden yakalanması kamu yönetimini kolaylaştırmış ve kamu açıklarında vergi gelirlerinin dinamizminden büyük ölçüde yararlanılmıştır. Bununla birlikte, kamu borçları kötü yılların izini hâlâ taşımaktadır. Fransız Devletinin 2000 yılındaki borcu GSYİH’nın % 60’ının biraz altındadır ve yılda GSYİH’nın yaklaşık %3,5’u kadar bir faiz ödentisine yol açmaktadır. Her şeye karşın Fransa’nın net dış borç konumu artıdadır (GSYİH’nın birkaç puan civarında), buna karşılık Amerika Birleşik Devletleri’nin net dış borç konumu eksidedir ve GSYİH’sının % 20’si kadardır.
Fransız ekonomisinin bugünü
İşsizliğin damgasını vurduğu bir ekonomi
İşsizlik Fransız ekonomisine damgasını derinden vurmuştur, ancak işsizlik oranı bu "toplumsal yaranın" mutlaka en iyi ölçeği değildir.
İşsizliğin artışı, ortalama işsizlik süresinin de çok belirgin biçimde artışını getirmiştir. Bu süre otuz yıl içinde hemen hemen ikiye katlanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2000 yılı ortalama işsizlik süresi, % 4’lük bir işsizlik oranında yaklaşık bir aydır.
İşsizlik süresi işsiz kişilere göre büyük değişiklikler göstermektedir. İşsizlerin bir bölümü oldukça hızlı bir biçimde iş bulurken, sayıları hiç azalmayan çekirdek bir grup çok uzun bir süre işsiz kalmaktadır. Böylece, ileri yaştaki işsizler ortalama iki yılın üstünde işsiz kalırken, 15-24 yaşları arasındaki işsizler, ortalama sürenin yarısı kadar olan 8 aylık sürelerde, işsiz kalmaktadırlar.
Uzun süreli işsizlerin (bir yıldan fazla işsiz kalanlar) payı otuz yılda ikiye katlanmıştır. Uzun süreli işsizlerin sayısı 1970’ten bu yana sekize katlanmıştır. Uzun süreli işsiz artık genç sayılmaz ve ortalamanın altında bir eğitim düzeyine sahiptir. İşsizlikteki bu ikicilik çok belirgindir ve işsizlik oranının artmasıyla daha da artmıştır.
İşsizlik kadınları ve erkekleri aşağı yukarı eşit bir biçimde etkilemektedir. Gençlerin işsizlik oranı yüksektir, ama işsiz kaldıkları süre oldukça kısadır. Bu yüksek oran, nispeten düşük çalışma oranıyla da (yaklaşık % 40) birleşmektedir, çünkü gençlerin büyük çoğunluğu okulda eğitim almaktadır. Dolayısıyla, aslında her beş gençten biri değil her on iki gençten biri işsizdir.
İstihdamdaki değişimler
Şanlı Otuz Yıla damgasını vuran sanayinin hızlı gelişimi olmuştur. İşgücü bakımından kaynaklar, önemli verimlilik kazançları yaşamış olan tarım sektöründen elde edilmiştir. Son zamanların gelişen sektörü ise, üçüncü sektör olmuştur. Bu, sanayi payının net biçimde azaldığı gelişmiş ülkelerde genel bir olgudur. Sanayi, Fransa’daki artık istihdamın sadece altıda birinden biraz fazlasını temsil ederken, Almanya’da dört istihdamdan birini bulundurmaktadır.
Hizmetlerin gelişmesi, işletmelere ve bireylere verilen hizmetlerin çok kuvvetli gelişmeler kaydetmesiyle hem ticaret sektöründe, hem de idari hizmetler sektöründe meydana gelmiştir. Bu kategori, merkezi yönetim görevleri ve kamunun istihdama ve düşük ücretlere destek amacıyla yarattığı işler dışında, son yirmi yıldaki gelişimleri hayranlık uyandıran sağlık ve eğitim sektörlerini de kapsamaktadır.
Sağlık
Sağlık sektörü son kırk yılda hızlı bir gelişme yaşamıştır. Sağlığın GSYİH içindeki payı iki kattan fazla artmış ve kişi başına düşen sağlık harcamaları reel alım gücüne göre yedi katına çıkmıştır. Bugün bu pay kişi başına yaklaşık 2.300 avro’ya ulaşmıştır.
Sağlık harcamaları, gelişmiş ülkelerde de bizdekine benzer gelişmeler göstermiştir. Ortaya adeta şöyle bir kural çıkmıştır : bir ülke ne kadar zenginse o ülkedeki sağlık harcamaları da o kadar büyüktür.
Bu yönden bakıldığında Fransa’nın özelliği, sağlık harcamalarının GSYİH içinde tuttuğu önemli paydan çok sağlık sisteminin büyük ölçüde sosyalleşmiş olmasıdır. Bu bakımdan, Amerika Birleşik Devletleri ile arasındaki fark açık bir şekilde ortadadır, çünkü kamu sisteminin üstlendiği pay Fransa’da %75’in üstündeyken Amerika Birleşik Devletleri’nde bu pay %45’in altındadır. Fransız sistemi Avrupa ortalamasına çok yakındır.
Sağlık harcamalarını birtakım sağlık göstergelerine bağlamak pek kolay değildir. Harcamalar dışındaki bir takım etkenler de (beslenme alışkanlıkları ya da iklim gibi) sağlık göstergelerini önemli ölçüde etkilemektedir. Ayrıca sağlık harcamaları, yaşamsal istatistiklerin iyileştirilmesinden başka ölçütlere göre de kararlaştırılabilmektedir ve bu harcamalar özellikle konforun artırılmasını hedefleyebilmektedir. Bununla birlikte Fransız sağlık sisteminin sağlık göstergeleri konusundaki sonuçlarının oldukça iyi olduğunu söylemek mümkündür.
Eğitim
Eğitim harcamaları on yıldır belirgin bir artış eğilimi göstermemekte ve ulusal zenginliği takip ediyor gibi görünmektedir.
Bu durgunluk kısmen düşük nüfus artışıyla açıklanabilmektedir. Eğitim harcamalarının GSYİH içindeki payının durgun seyretmesine karşın, öğrenci başına yapılan harcamalar artmaktadır. Tıpkı sağlık sektörü gibi, eğitim sektörü de Fransa’da alabildiğine sosyalleşmiştir. Bu çerçevede Amerika Birleşik Devletleri veya Almanya ile aradaki fark belirgindir : Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya için oran dörtte üç veya beşte dört civarındayken, Fransa’da öğretimin hemen hemen % 100’ü bir kamu finansmanına bağlıdır.
Performans bakımından Fransız sisteminin bilançosu daha hafiflemiştir. Son yıllarda yürütülen uluslararası okul düzeyi karşılaştırmaları, Fransız sisteminin özellikle fen alanında iyi, hatta çok iyi bir performansa ulaştığını göstermektedir : Fransız diplomaları diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında iyi nitelikli diplomalar olarak kabul edilmektedir.
Buna karşılık, Fransızların öğrenim düzeyi ortalaması diğer ülkelere göre düşüktür. Bu ortalamayı düşüren ileri yaştaki kuşaklardır. Oysa genç kuşaklar arasında üniversite mezunlarının oranı diğer ülkelerinkine yaklaşmaktadır. Bununla birlikte Fransa’da, yüksek öğretimdeki bir öğrencinin maliyeti hâlâ Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir öğrencinin %40’ı kadardır. Avrupa gibi, kitlesel yüksek öğretim yoluna geç giren Fransa bu konuda olanakları el verdiği ölçüde gerekli yatırımları yapmaktadır.
Açık Bir Ekonomi
Fransa’nın dış ticareti 1980 yılında GSYİH’nın % 20’sini temsil ederken, 2000 yılında % 28’ini temsil etmeye başlamıştır. Yani Fransa giderek daha açık, dışa bağlı bir ekonomi haline gelmiştir. Bunun başlıca üç nedeni vardır :
Birincisi, Fransa topraklarında mevcut olmayan belli sayıda doğal kaynağı yurtdışından ithal etmek durumundadır. Bu yüzden enerji ürünleri (özellikle de hidrokarbürler) ithal ürünlerinin % 6’sını oluşturmaktadır.
İkincisi, Fransız sanayisi alabildiğine dışa, özellikle de Avrupa’ya açık bir sanayidir. Sanayi, geniş anlamıyla (tarımsal gıda sektörlerini de içine alacak şekilde) Fransız dış ticaretinin dörtte üçünden fazlasını oluşturmaktadır ve sanayi alım satımları % 60’ın üstünde bir oranda, pozitif bilançoyla Avrupalı komşuları ile gerçekleşmektedir.
Üçüncüsü, Fransa turizm açısından bir ağırlama ülkesidir. Dünyada bu konuda kılavuz olarak kabul edilmektedir ve bu önemli düzeyde bir hizmet ihracatı faaliyeti ve geniş anlamda sanayininki ile boy ölçüşebilen bir bilanço olarak yansımaktadır.
Giderek daha da büyüyen bir dış ticaretle Fransa, yakın bir süre önce ayrıca küreselleşme sürecine de girmiş bulunmaktadır. En iyi birkaç kamu işletmesinin ortaya çıkmasına, kimilerinin de başarısızlığına yol açmış olan kamu sanayileri doktrininin sona ermesi, telekomünikasyon ya da hava taşımacılığı gibi bazı sektörlerin özelleştirilmesi ve liberalleşmesi Fransız şirketlerinin dünyadaki konumlanma biçiminde derin bir değişim yaratmıştır.
Yurtdışındaki doğrudan yatırım stokları bu küreselleşme hareketinin bir göstergesidir. 1985 yılında Fransa gelişmiş bir ülke için pek alışık olunmayan bir konumdaydı. Giren stoku çıkan stokuna denkti. O zamandan beri durum hayli değişti. Fransa artık Almanya’nınkiyle kıyaslanabilecek bir doğrudan yatırım stoku profiline sahiptir. Ama daha büyük bir ekonomiye sahip olan Amerika Birleşik Devletleri ile ve Londra’nın mali konumunun önemi dolayısıyla Birleşik Krallık ile arasındaki fark hâlâ belirgin düzeydedir.
Bu açılma olayı bir süredir hızlanmış bulunmaktadır. Şirketlerarası birleşme, şirket alımları ve özellikle de Fransız şirketleri tarafından yapılan alımlar bugün oran bakımından 1995 yılında olduklarından iki kat fazladır. Bu hızlanma Amerika Birleşik Devletleri net olarak satışlara yönelmişken, 1999’da net olarak alımlara yönelen Avrupa ülkelerinin tamamı için geçerlidir.
Yeni Bir Ekonomiye mi Doğru?
Amerika Birleşik Devletleri’nde son zamanlarda ekonomik büyümede meydana gelen patlama çoğu zaman iletişim ve bilişim teknolojilerindeki yeniliklere bağlanmaktadır. Fransa bu alanda kişisel bilgisayarların yayılma göstergelerinden de anlaşılacağı gibi geç kalmıştır. Avrupa ve Fransa tarafından bu alanlarda gerçekleştirilen ilerlemelerin Avrupa’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanana benzer mutlu bir döneme temel teşkil edeceğini şimdiden söylemek hoş olacaktır. Fransa araştırma ve geliştirmeye Amerika Birleşik Devletleri’nden daha az yatırım yapmaktadır. AR&GE ile gelecekteki başarı arasındaki her zaman doğrudan bir bağ yoktur belki, ama Avrupa’da AR&GE harcamalarının GSYİH içinde aynı puanda durgun seyretmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nde puanlarda meydana gelen hızlı artış karşısında endişe vericidir.
Bu durgunluk, Fransa’da Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kadar dinamik olmayan ve kamu sektörü tarafından finanse edilen payı ılımlı olarak azaltılan, ki tüm ülkelerde bu yapılmaktadır, özel sektör harcamalarının artmasının sonucudur. Fransa aynı zamanda, araştırma konusundaki kamu harcamalarının denetim mantığını belki de çok ileri vardırmış ve şirketler de kamudan nöbeti devralmakta Atlantik ötesi kadar başarılı olamamışlardır.
Geleneksel olarak "yeni ekonomi"yle özel bir girişimcilik dinamizmi bağdaştırılmaktadır. Fransa’da 1997 yılında yeni borsanın kurulması, yüksek riskli yenilikçi faaliyetlerin finansman gereksinimine getirilen çözümlerden biridir. Bu borsaya bağlanan para akımları hızla artmasına karşın yine de çok zayıf kalmaktadır. Fransa’da şirket birleşme ve alımlarına yönelik yıllık para akımları 70 milyar avro civarındadır, yani yeni borsa üzerinden alınan fonlardan yüz kat ve risk sermayesine yatırılan tutarlardan iki yüz kat fazladır…
Nasıl Bir Gelecek?
Fransa ve Avrupa hiç kuşkusuz bugün zengin ülkeler kulübünün etkin üyeleri arasındadır. Bu ülkeler, ekonominin sosyalleşmesi ile pazarın işlerliği arasında, dünya ekonomisiyle uyumlu ve küresel kapitalizmin bugünkü kurallarına uyarlanmış bir sentez oluşturmaya çalışan özel bir kalkınma modelinin ileticisidirler. Bu sentez, artan işsizliğin toplumu derinden sarstığı ve kamu açıklarının, amacı ne olursa olsun bütün kamu harcamalarını tartışmaya açtığı zor geçen yirmi yıl boyunca kötü değerlendirilmiştir. Oysa bir sosyal koruma sistemini ayakta tutmak, fırsat eşitliğini güvence altına almak, yoksullara onurlu bir yaşam sağlanmak Kıta Avrupa’sının çoğu ülkesinin paylaştığı değerlerdir.
Avrupa halkları yaşlanmaktadır ve daha da yaşlanacaktır. Çalışma hayatından çekilmenin günümüzdeki kuralları önümüzdeki on yıllarda emekliliğin faturasının ağırlaşmasına yol açacaktır. Çalışmayanların çalışanlara katıldığı ilişki oranı böylece 2020 yılında % 50 - % 65’ten fazla, 2040 yılında ise % 80’den fazla artması beklenmektedir. Bu şokun etkisini hafifletmek için çeşitli çözümler elbette mevcuttur, ama bunlardan bazıları belli bir dayanışma biçiminin sonunun geldiğini duyurmaktadır.
Ekonominin liberalleşmesi konusundaki çalışmalar son yıllarda geniş bir biçimde yürütülmüştür. Özelleştirilecek birkaç şirket ve devletin elden çıkarılacak birkaç önemli iştiraki kalmıştır ama Fransız sanayisinde büyük reformlar gerçekleştirilmiştir. Bankacılık sistemi yeniden yapılandırılmış, telekomünikasyon sektörü rekabete açılmış (1998) ve ticarette rekabet artmıştır. Enerji sektörü (2000 yılında kısmen rekabete açılmış) ve kara taşımacılığı sektörü değiştirilmeyi beklemektedir, ancak muhtemelen bu sektörler Fransız tarzı sanayi politikasının geriye kalan son kaleleridir.
Kamunun görevi bu gelişmeleri devam ettirmek olacaktır. Fransız sosyal sisteminin varlığını sürdürebilmesi ve toplumsal bütünlüğü sağlamlaştırmaya devam edebilmesi için kamuda da birtakım reformların yapılması zorunludur. Başarılması gereken şey, sağlığa, eğitime veya araştırmaya kaynak sağlamak için verimlilikte, örneğin vergi toplamada, daha iyi olmaktır.
Avrupa’nın kurulmasına yönelik adımlar Fransa’yı ağırlığı dünya çapında önemli olan bir birlik içine yerleştirmektedir. Konjonktüre bağlı ekonomi politikası sorunsallarının ötesinde, gezegenin ekonomik kalkınmasına ağırlığını koyabilecek olan bu birlik Kuzey Amerika’nın gücüne karşı bir denge oluşturabilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder