İzmir Fransız Kültür Derneği 'Frankofoni Haftası' nedeniyle Bergama Vapuru'yla Körfez'de müzikli bir gezi düzenledi. Etkinliğe, İstanbul Fransa Başkonsolosu Jean Christophe Peaucelle, İzmir Romanya Başkonsolosu Mireea Neata'nın eşi Lucia Neata ve İzmir Yunanistan Konsolosu Evangelos Sekeris'in yanı sıra çok sayıda Fransız dostu katıldı. Fransa Başkonsolosu Jean Christophe Peaucelle, Frankofoni'nin, Fransızcayı ortak dil olarak kullanan 63 ülkeyi ortak bir payda da buluşturan uluslararası bir kurum olduğunu belirterek, 'Bu ülkeler fransızca dilini ve onun kültürel, ekonomik, sosyal ve politik alanlara katkılarını arttırmak için güçlerini birleştiriyorlar. Dünyadaki binlerce ülkede olduğu gibi, Fransız Kültür Merkezi, bu vesile ile, İzmir'de birlikte çalıştığı kurumlar ve Frankofon ülkelerin resmi temsilcilerinin de katkısıyla, farklı alanlarda çeşitli etkinlik ve kutlamalar düzenliyor. Böyle bir etkinlikte, sadece Fransızca konuşan değil, Fransız dostu ülkelerin temsilcileriyle birarada olmak bize ayrı bir gurur verdi' diye konuştu. Sezen ÖZSAVRANGİL / İZMİR |
12 Ocak 2010 Salı
Körfez'de Frankofoni kutlaması
Frankofoni, 20 yaşında
Konur ERTOP
Frankofoni'nin sayfalarında Hacettepe'nin yanı sıra başka üniversitelerimizden uzmanların da incelemeleri yer alıyor. Fransız yazınının ustaları, büyük yapıtları konu ediniliyor. Fransız üniversitelerinden, kendi edebiyatlarıyla ilgili çalışmalarını sunan araştırmacılar da yok değil.Frankofoni'nin sayfalarında on beş sayıdır geniş birer 'Baudelaire Özel bölümü'ne yer verilmekte. Ortak kitapta (dergide) birbirinden ilginç özel bölümler de görülüyor. Şimdiye değin, Camus, Rimbaud, Montaigne, Nerval, Maupassant, Duras, Voltaire, Paul Eluard, Marcel Proust, Henri Michaux, Aloysius Bertrand, Jacques Prevert, Louis Aragon,Victor Hugo, jean-Paul Sartre bu özel bölümlerin konusu oldu.Cahit Külebi, Bilge Karasu gibi özel bölümlerinin yanı sıra, Türk yazınının Nedim Gürsel, Cahit Sıtkı Tarancı, Edip Cansever, Ahmet Oktay, Tevfik Fikret, Murathan Mungan, Ahmet Muhip Dıranas, Orhan Pamuk, Namık Kemal, Erendiz Atasü, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ataç, Melip Cevdet Anday, İlhan Berk, Orhan Veli Kanık, Yahya Kemal... gibi ustaları Frankofoni yazarlarının inceleme konuları arasındaydı.
TÜRK EDEBİYATI İNCELEMELERİ
Üniversitelerimizin Türk Dili ve Edebiyatı bölümleri, çok uzun yıllar edebiyatımızdaki gelişmelere, yeni akımlara, yeni yapıtlara uzak durdu. Yeni araştırma yöntemlerinden habersiz kaldı.Geçen yüzyılın ikinci yarısı boyunca Cevdet Kudret'ten Tahir Alangu'ya, Fethi Naci'den Rauf Mutluay'a, Memet Fuat'tan Mehmet H. Doğan'a, Hüseyin Cöntürk'ten Asım Bezirci'ye, Atilla Özkırımlı'dan Oğuz Demiralp'e kadar edebiyatımızda yenilikleri izleyen, inceleyen eleştirmenlerin tümü, çalışmalarını üniversitelerimizin dışında gerçekleştirdi.Yüzyıl sona ererken Fransız edebiyatı doçenti Adnan Benk, İngiliz edebiyatı profesörü Berna Moran, Alman edebiyatı profesörü Gürsel Aytaç çok önemli bir yeniliğe öncülük ettiler. Yabancı edebiyatları inceleyen bu araştırmacılar, çalışmalarında uyguladıkları yeni inceleme-eleştirme yöntemleriyle Türk yazınını ele almaya koyuldular.Adnan Benk'in ancak ölümünden sonra kitap biçiminde derlenebilen dört ciltlik Eleştiri Yazıları, Berna Moran'ın Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış'ı, Gürsel Aytaç'ın Edebiyat Yazıları, Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler gibi kitapları, Sara Sayın'ın Metinlerle Söyleşi'si edebiyatımıza bakış açılarını zenginleştirirken yeni çalışmalara da örnek oluşturdu. Frankofoni'nin 20. yıl sayısında bu geleneğe önemli katkısı olan çalışmalar var. Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Kemal Özmen'in Yahya Kemal Fetes Galantes'ı Doğru Anladı mı? yazısı bunların en ilginci.
MALLARME VE YAHYA KEMAL
Anımsanacağı gibi Yahya Kemal, Mallarme'nin, 'Fransız gençleri şiir sanatını öğrenmek istiyorlarsa Paul Verlaine'in Fetes Galantes'ını okusunlar' sözünden etkilenerek Paris'teki gençlik yıllarında Divan Şiiri'ni incelemeye giriştiğini, böylece de o yolda ürünler vermeye başladığını anlatmıştır. Prof. Özmen soruyor:'Mallarme'nin 'Fetes Galantes' konusunda Fransız gençlerine verdiği öğüdü Yahya Kemal ne kadar doğru anlamıştır?'Yahya Kemal Fransa'dan dönüşünden 35 yıl sonra, konuyu açıklarken Verlaine'in şiirlerinin saraylarda, şatolarda, bakımlı büyük bahçelerde geçen eski yaşamı, incelikli davranışları, sevgilileri anlattığını, bu şiirlerin XVIII. yüzyıl Fransızcasıyla, o yüzyılda sarayda konuşulan 'bir tür teşrifat lisanıyla' söylendiğini açıklar.Mallarme'nin uyarısını öğrenip Verlaine'in kitabını okuduktan sonra Yahya Kemal, Paris'teki Doğu Dilleri Okulu'na koşmuş, Arapçasını, Farsçasını ilerleterek Divan Şiiri yolunda ürünler vermeye başlamış!..Verlaine'in yaşamındaki olaylarla Fetes Galantes'da anlattıklarının ilişkilerini araştıran Prof. Özmen, şunları söylemektedir:'Verlaine'in kırılgan, ince, kadınsı ruhu XVIII. yüzyılın sanatında, mondain yaşamında, saray çevresinde, soylu ve burjuva salonlarında düzenlenen incelikli ve tutkulu aşk oyunlarının yaşandığı şenliklerde, eğlencelerde (Fetes Galantes) bir avuntu arar. Sanat yoluyla kaçış, yorgun bedenine ve kaygılı ruhuna huzur taşır.'Yahya Kemal'in XVIII. yüzyıl Fransızcasıyla ilgili görüşü de Prof. Özmen'e göre 'ciddi bir düzeltmeye ihtiyaç duymaktadır.' Çünkü:'XVIII. yüzyıl Fransızcası diye adlandırılabilecek özel bir Fransızca yoktur. (...) Eğer Yahya Kemal, aşkın inceliklerini örselenmiş, melankolik ruhunda dile getirirken Verlaine'in kullandığı değişik imgeleri, aktarmaları, benzetmeleri, kullandığı kimi özel sözcükleri, kimi farklı ve incelikli söyleyiş özelliklerini, duyguların örtülü anlatımını 'lisan' olarak algılıyorsa bunun temellendirilir bir yanı olmadığı ortadadır.'Mallarme'nin çağrısı da 'Fransız gençlerini Fransız şiirinin köklerine döndürmek için değil; sadece şiir sanatının, şiir dilinin mükemmelliğine dikkat çekmek için' yapılmıştır!Prof. Özmen'in dikkat çektiği yanlış anlamanın, 'Eski Şiirin Rüzgârıyla' kitabının sahibi üzerindeki etkisi şöyle olmuştur:'Bu yanlış anlama, o yıllarda, 'şiirin asıl madeni'nin peşindeki Yahya Kemal'i, ağdalı, süslü, metaforik diliyle kendisi için anlaşılmaz, ulaşılmaz olan 'Divan Şiiri'ne, 'eski şiire nüfuz etmeye, o tarzda şiirler söylemeye', gelenekle bağ kurmaya, ondan yararlanmaya yönlendirmişti.'2008 boyunca Yahya Kemal'in ölümünün 50. yılı dolayısıyla Yahya Kemal'in Divan Şiiri'ne yaklaşımı yeniden konu edinilirken Prof. Özmen'in açıklamalarının da gündemde yer alacağı kesindir.
MALRAUX'NUN BABASI...
Andre Malraux'nun romanı Altenburg'un Ceviz Ağaçları'nın bir bölümünü Sabahattin Eyüboğlu Turan Yolu adıyla Türkçeye çevirmişti. Turan ve Andre Malrautf' başlıklı önsözünde de romancının babasının, yapıtta anlattığı gibi, Enver Paşa'ya danışmanlık edip etmediğini uzun uzadıya sorgulamıştı.Baba Malraux (romandaki Vincent Berger) sözde Almanya'da Doğu dilleri okumuş, İstanbul Üniversitesi'nde Nietzsche ile ilgili dersler vermiş, Enver Paşa'nın sağ kolu, akıl hocası olarak Turan ülküsüne bağlanmış. Onunla birlikte Trablusgarp'ta savaşmış, Afganistan'da Turan düşünün boşa çıktığını gördükten sonra umut kırıklığı içinde ülkesine dönmüş!Sabahattin Eyuboğlu anlatılanların doğru olup olmadığını romancının kendisinden öğrenmek için çok uğraşmış. Ama Paris'te de, bir ara geldiği İstanbul'da da ona ulaşamamış.Yard. Doç. Dr. Engin Bezci incelemesinde romanın yaşamöyküsel bir roman olmadığını açıklıyor. Yapıttaki kurgusal kişilerin de Andre Malraux'nun kendisiyle babası olmadıklarını gösteriyor.Baba Fernand Malraux gerçekte uçuk-kaçık biriymiş. Nietzsche'yle, Turancılıkla hiç ilgisi olmamış. Oğlu dört yaşındayken karısından ayrılmış. Fransa dışına da çıkmamış!E. Bezci, Enver Paşa'nın tutkularını paylaşan roman kişisi Vincent Berger'in serüveninde Andre Malraux'nun kendi yaşamından izler bulup çıkarıyor:Hem bir aydın hem bir eylem adamı olan romancının kendisi de kahramanı gibi bir süre Doğu dilleri öğrenimi görmüş. Fransız direniş hareketine Colonel Berger takma adıyla katılmış. Enver Paşa'nın düşünceleriyle, eylemiyle ilgili bilgileri ise babasından değil, kitaplardan öğrenmiş. En önemli kaynağı da casus Lavvrence'in anıları olmuş. Bir ara onunla ilgili yaşamöyküsel bir roman yazmaya başlamış . Sonra elindeki bilgileri Altenburg'un Ceviz Ağaçları'nda kullanmış.Frankofoni'nin 20. yıl sayısında Türklerle, Türk yazınıyla ilgili daha birçok inceleme var. Sabahattin Eyüboğlu'nun Montaigne çevirileri, Ömer Seyfettin, Nâzım Hikmet, Nedim Gürsel, Şavkar Altınel, Yakup Kadri, Orhan Pamuk, Oya Baydar, Ahmet Altan'ın yapıtları, Antoine Galand'ın İstanbul Güncesi, 3. Selim döneminde Avrupa'ya gönderilen İshak Bey, Morali Ali, Mehmet Emin Vahit, Abdurrahim Muhip Efendilerin sefaretnameleri bu yazılarda türlü yönleriyle ele alınıyor.Bu sayıda da zengin bir Baudelaire bölümü var.Prof. Dr. Talat Sait Halman Türkçenin güncel sorunlarım konu edinen yazısında, Kurtuluş Savaşı'nın 'milli misak'ını (ulusal and) örnek alarak çağrılarda bulunuyor. Devlete, iletişim organlarına, dilcilere seslenirken halkın da dil yanlışlarını gördükçe uyarılarını bıktırıncaya kadar sürdürmelerini istiyor.Yazısının bir yerinde Yunus Emre'den bir beyti anarak şöyle demekte:' 'Merdaneler bu dünyada maksutlara kalmadılarMülk-i beka iken meyl-i fena kılmadılar'Bunu üniversite öğrencilerimizin yüzde biri anlayabilir mi?'Sn. Halman'ın çağrısına uyarak bulduğu yanlışları gösterecek okurun, beyti şöyle düzeltmesi beklenir:'Merdaneler bu dünyada maksutlara kalmadılarMülk-i beka bulmuş iken meyl-i fena kılmadılar.'
Cumhuriyet

L’Organisation internationale de la Francophonie
Qui sommes-nous ?
Forte d’une population de plus de 803 millions et de 200 millions de locuteurs de français de par le monde, l’Organisation internationale de la Francophonie (OIF) a pour mission de donner corps à une solidarité active entre les 70 États et gouvernements qui la composent (56 membres et 14 observateurs) - soit plus du tiers des États membres des Nations unies.
La Francophonie est le dispositif institutionnel qui organise les relations politiques et de coopération entre les États et gouvernements de l’OIF, ayant en partage l’usage de la langue française et le respect des valeurs universelles.
Le dispositif institutionnel de la Francophonie comprend des instances politiques décisionnelles dont la plus haute est le Sommet des chefs d’Etat et de gouvernementqui se réunit tous les deux ans, et le Secrétaire général de la Francophonie, clé de voûte de ce système. Depuis 2003, le Secrétaire général de la Francophonie est Abdou Diouf, ancien Président de la République du Sénégal.
La coopération multilatérale francophone est mise en œuvre par l’Organisation internationale de la Francophonie et quatre opérateurs spécialisés.
L’OIF a été fondée en 1970 sur la base du Traité de Niamey (Niger). Elle mène des actions politiques et de coopération multilatérale pour donner corps à une solidarité active au bénéfice des populations de ses Etats et gouvernements membres. Elle agit dans le respect de la diversité culturelle et linguistique et au service de la promotion de la langue française, de la paix et du développement durable.
La Francophonie dispose d’un organe consultatif, l’Assemblée parlementaire de la Francophonie (APF).
Les quatre opérateurs spécialisés sont : l’Agence universitaire de la Francophonie(AUF), la chaîne internationale de télévision TV5, l’Association internationale des maires francophones (AIMF) et l’Université Senghor.
Objectifs
Les objectifs de la Francophonie sont consignés dans sa Charte adoptée en 1997 au Sommet des chefs d’Etat et de gouvernement à Hanoi (Vietnam) et révisée par la Conférence ministérielle en 2005 à Antananarivo (Madagascar) :
- l’instauration et le développement de la démocratie ;
- la prévention, la gestion et le règlement des conflits, et le soutien à l’État de droit et aux droits de l’Homme ;
- l’intensification du dialogue des cultures et des civilisations ;
- le rapprochement des peuples par leur connaissance mutuelle ;
- le renforcement de leur solidarité par des actions de coopération multilatérale en vue de favoriser l’essor de leurs économies ;
- la promotion de l’éducation et de la formation.
Missions
Les missions de la Francophonie sont définies dans un Cadre stratégique de dix ans adopté par le Sommet des chefs d’Etat et de gouvernement en 2004 à Ouagadougou (Burkina Faso) pour la période 2005 – 2014 :
- Promouvoir la langue française et la diversité culturelle et linguistique ;
- Promouvoir la paix, la démocratie et les droits de l’Homme ;
- Appuyer l’éducation, la formation, l’enseignement supérieur et la recherche ;
- Développer la coopération au service du développement durable.
Une attention particulière est accordée aux jeunes et aux femmes, ainsi qu’à l’accès aux technologies de l’information et de la communication.
11. ULUSLARARASI FRANKOFONİ ZİRVESİ
xxx
Tartışılan konular ve kararlara geçmezden önce, izninizle 1880 yılında coğrafyacı Onésime Reclus'ın (1837-1916) keşfettiği 'Frankofon' sözcüğünün kapsadığı dünyanın kısa bir hatırlatmasını yapalım:
Frankofoni Yüksek Kurulu'nun son verilerine göre yeryüzünün en çok kullanılan dilleri arasında 9. sırada yer alan Fransızcayı yaklaşık 175 milyon kişi kullanıyor. (İngilizce 1 milyar, İspanyolca 450 milyon, Arapça 250 ve Portekizce 200 milyon) Son yıllarda Orta Doğu ve Afrika'da kısmen ilerlediği gözlemlenen Fransızca, 5 kıtanın geri kalan tüm bölgelerinde sürekli mevzi ve güç kaybediyor. İngilizce veya deyim yerindeyse Amerikancanın hızla yükseldiği bir bağlamda ana veya birinci dili Fransızca olan 115 milyon ve arada sırada Fransızca konuşan veya konuşmayı tercih eden yaklaşık 60 milyon kişi bu kaçınılmaz işgale karşı bir anlamda ‘direniş’ halindeler...
Belçika, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Fas, Fildişi Sahili, Gabon, İsviçre, Kamerun, Kanada'nın Quebec Eyaleti, Lüksemburg, Moris Adası, Senegal, Togo, Tunus ve tabii ki Fransa dünyanın en çok Fransızca konuşulan ülkeleri...
Şu anda Genel Sekreterliğini eski Senegal Devlet başkanlarından(1981-2000) Abdou Diouf'un üstlendiği Uluslararası Frankofoni Örgütü 1986'dan beri iki yılda bir Frankofoni Zirvesi düzenliyor. Örgüt ve zirveler Fransızca, Fransız kültürü çevresinde farklı dillerin, özgün kültürlerin yaşaması, gelişmesini desteklemek ve örnek olabilmek gibi temel hedefleri de içeriyor. Bu yıl Andora, Arnavutluk, Makedonya, Yunanistan'ın katılımıyla tam üyelerinin sayısını 53'e çıkartan örgütün 13'ü gözlemci, 2'si de aday toplam 68 üyesi var. (Son toplantıda gözlemci üyesi statüsünü kazananlar Gana, Kıbrıs, Mozambik, Sırbistan ve Ukrayna.)
xxx
8 milyonu frankofon, Fransızca bilir 23 milyon nüfuslu Romanya'nın 2006 yılı zirvesi için seçilmesi bir kaç konuda özel önem taşıyordu. Örneğin, bir AB Komisyonu başkanı, José Manuel Barroso ilk defa bu toplantıda hazır bulunuyordu. Bulgaristan'la birlikte, üç ay sonra 1 Ocak 2007'de Avrupa Birliğine katılacak Romanya ile AB'deki Frankofoni Örgütü üyesi ülkelerin sayısı 13'e çıkıyordu. Zirvenin ilk kez bir Doğu ve Orta Avrupa ülkesinde düzenlemesinin dışında Romanya bu bölgede tümüyle Fransızca eğitim veren ilk Üniversiteyi de bizzat Fransa cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın katılımıyla açıyordu...
Galatasaray Üniversitesi gibi tümüyle Fransızca tedrisat yapan bir Yüksek Eğitim kurumu, kısmi Fransızca eğitim verilen iki üniversite ve çok sayıda Fransızca temel öğretim kurumlarının varlığına ve yaklaşık 2,5 milyonluk Frankofon kitlesine karşın Türkiye bu örgütte hiç bir biçimde yer almıyor...
Ayrıca ilginç bir rastlantıyla 2 hafta önce Antalya’da toplanan 10. Türk Kurultayı, 5 yıl aradan sonra Türklerin Ergenekon’dan çıkışını simgeleyen demir dövülerek ( !) açılıyordu. Ortak dili paylaştığımızı iddia ettiğimiz (Kuşkusuz kökeni aynı ama, bir Kazak, Yakut veya Uygur’un konuştuğu Türkçeyi anlayan beri gelsin !..) 29 ülke, federe devlet, özerk cumhuriyet ve topluluğun buluştuğu zirvede bozkurtlu Türk bayraklarıyla ‘ortak payda’ arayan AKP iktidarı bir taşla bir kaç karga vurduğunu sanıyordu. Öncelikle 1993’te bu ‘Irkdaşlık’ zirvelerini başlatan Alparslan Türkeş’in mirasçısı MHP’lilere gol atıp, böylece hem onlardan daha ‘milliyetçi’ olduğunu sergilemiş, hem de ‘Müslüman’ Türkiye’nin ‘Türk’ dünyasındaki yerini perçinlediğini sanıyordu. Elbette en önemlisi medyalarda boy göstererek Türkiye’de yükselen ‘milliyetçilik’ dalgalarından seçim nasibini arttıracağına inanıyordu. Türkofoni zirvelerinin Frankofoni veya Lusofoni (Portekizce)
Zirvelerinden alması gereken daha çok ders vardı…
xxx
Bükreş’teki zirvenin gündemini belirleyen konuların başında ise Lübnan ve Afrika geliyordu. Uluslararası topluluğun Lübnan ve Fildişi Sahili devlet başkanlarını, çeşitli nedenlerle protesto etmesi hatta tanımaması nedeniyle davet edilmemiş olmaları zirvede tartışma ve gerilim yarattı. Uzun görüşmelerden sonra yayınlanan sonuç belgesinde ağırlıklı olarak, "Lübnan, Filistin, Fildişi Sahili, Darfur ve Çad sorunlarında yeni trajediler yaşanmaması için BM'ler kararlarına uyulması ve her türlü şiddete son verilmesi talebine", yer verildi. Ayrıca tüm BM üyesi ülkeler 2005 Ekim'inde UNESCO kuruluşu bünyesinde kararlaştırılan "Kültürel ifadelerin çeşitliliğinin korunması ve teşvik edilmesi" anlaşmasını imzalamaya davet edildi. Böylelikle OIF, Uluslararası Frankofoni Örgütü giderek daha bir siyasal etki hatta nüfuza sahip, çok yönlü örgüt kimliğine büründü. Evrensel bir dilin barındırabileceği farklı kültür ve zenginliklerin ortak nasıl kullanılması gerektiği konusunda henüz ideal olmaktan uzak, halen sömürgecilik döneminin izlerini taşıyan harelerine rağmen anlamlı, yararlı, izlemeye değer bir zirveydi..Uğur Hüküm – Paris 3 Ekim 2006 / ugur.hukum@gmail.com
Fransız Ekonomisi
Bu bilgiler 2002 yılında derlenmiş ve Başbakanlığın web sitesinde yayınlanmıştır. Telif hakları Fransa’nın Türkiye Büyükelçiliğine aittir.
Tarihsel Panorama
1945-1973 : Şanlı otuz yıldan işsizliğin yükselişine
İkinci Dünya Savaşından sonra, dünyanın gelişmiş ülkeleri güçlü ve uzun bir büyüme evresi yaşarlar. Ford’çu üretim modeli sanayinin tamamına yayılır ve kitlesel üretimin doğmasına yol açar. Teknolojik yeniliklerin sayısı giderek artmaktadır ve egemen ekonomi olan Amerika Birleşik Devletleri ekonomisinin iş verimliliği yılda % 2,5 tür.
Avrupa ve Fransa, o döneme özgü iki olayın daha eklendiği bu yenilikler dalgasından yararlanırlar : Savaşın fabrikalar, üretim araçları veya binalar üzerinde yarattığı hasarların ardından yeniden inşa eylemi ve teknolojide Amerika Birleşik Devletleri ile aradaki farkın kapatılması çabaları. Sermayeye ve teknolojiye yönelik bu iki yatırım çabası çalışma verimliliğinde yılda %5 düzeyinde bir büyümeye yol açar. Bu hızlı büyümede, kişi başına düşen üretim her 14 yılda bir ikiye katlanır. Ekonomist Jean Fourastié’nin deyişiyle "Şanlı Otuz Yıl boyunca, kişi başına düşen üretim ve dolayısıyla zenginlik hemen hemen dört misli artar!". Avrupa toplumlarının giderek sanayileşmeleri, toplumda derin bir değişimi de beraberinde getirir : tarım kesiminden gelenler sanayi çalışanlarının sayısını iyice artırır. 60’lı yıllarda Fransa’da tarım istihdamının payı %20 iken, 1970’te % 10’un biraz üzerindedir. Sanayileşme, kentleşme ve köyden kente göçle atbaşı gitmektedir.
Petrol şokları, verimliğin yavaşlaması
Bretton Woods’un para sisteminin sonu (1971) ve İsrail-Arap çatışmasının (1973) ardından gelen ilk petrol şoku bu büyüme döneminin sona erdiğini göstermektedir. 60’lı yılların sonunda beliren gerilimler enflasyon olarak yansımış (1968 yılında Fransa’da ve Avrupa’da %6, Amerika Birleşik Devletleri’nde %4) ve doların konvertibilitesinin bırakılması kararına neden olmuştur. Bretton Woods’un para sisteminin sonunun gelmesinin kökeninde, aslında yönetilemez duruma gelmiş bir büyüme olabilir.
Gerileme, 1975 yılına damgasını vurmuştur. 1973’ten 1979’a kadar büyüme, ortalama olarak net bir biçimde hızla yılda % 3’ün altında düşer. Enflasyon artar ve iki basamaklı rakamlara ulaşır. İki basamaklı rakamlara ulaşmış bir enflasyon ve zayıf bir büyüme karşısında ekonomi politikaları bir yol bulmakta zorlanmakta ve yetersiz gözükmektedirler. Avrupa büyük parasal kargaşalar yaşar ve işsizlik on yıllık bir süre içinde hemen hemen 5 puan artar. 60’lı yıllarda %3 civarlarında oynamaktayken, 1983’te %8’in üstüne çıkar.
Gerek GSYİH’nın büyümesi, gerek enflasyon, gerekse işsizlik bakımından olsun Fransa’nın eğrisi Avrupa’nınkine çok yakındır. Önce 1972 yılında kurulan "Sınırlı Dalgalanma", daha sonra "Avrupa Para Sistemi" ile para birliği taslağı, Avrupa konjonktürlerinin birbirine bağlanmasını karar altına almakta ve desteklemektedir. Bununla birlikte, birçok kez Fransa’daki işsizlikle Avrupa’daki işsizlik arasında birtakım farklılıklar belirmiştir. Sözgelimi, 1977’den 1981’e kadar Fransız ekonomi politikası tam istihdam hedefini tam manasıyla bırakmıştır. Barre Hükümeti (1976) etkin bir biçimde enflasyona karşı mücadele etmiştir. Bunun sonucunda işsizlik Avrupa ülkelerinin ortalamasına göre daha çok artmış, enflasyon konusunda nispeten bir performans yakalanmış, ama daha da önemlisi kamu açıkları üzerinde çok daha iyi bir denetim sağlanmıştır. 1979’da ikinci petrol şoku dünya ekonomisini yeniden vurur ve enflasyonu canlandırır. 1981’de Fransızlar bir sosyalist olan François Mitterrand’ı başkan olarak seçerler. Sağlam bir atılım ve istihdam politikasına büyük umutlar bağlanmıştır. Politikanın işsizlik üzerindeki etkisi Fransa’nın bu konuda Avrupa ortalamasının altına düşmesi için yeterli olmuştur. Ancak makro ekonomik baskılar, özellikle de dış baskılar Fransa’yı bu parantezi kapamaya zorlamış ve Delors Hükümetiyle 1983 yılında kemerler yeniden sıkılmaya başlamıştır.
Avrupa’nın Kurulması, Enflasyonun Yenilmesi
Amerika’nın ve Avrupa’nın ekonomik durumları 80’li yılların başlarından itibaren birbirinden ayrılır. Ekonomi politikaları farklı yönelimlere girer. Amerika Birleşik Devletleri’nde enflasyon, dış baskıları aşabilen bir para politikasının etkisiyle Avrupa’dakine göre daha önce yatışmıştır. Böylece, Amerika Birleşik Devletleri’nde 80’li yılların ikinci yarısı boyunca büyüme yeniden hız kazanır ve işsizlik oranı düşer. Büyümenin yeniden hız kazanmaya başlaması Avrupa’da daha geç, büyük olasılıkla 1986’da bir karşı şok hareketiyle gerçekleşir. Ama işsizlik oranı bakımından Amerika Birleşik Devletleri’yle arasındaki fark, her ne kadar 1986’da azalıyormuş gibi göründüyse de iyice açılmıştır.
Fransa’da 1983 yılından itibaren hükümet bir enflasyonla mücadele politikası başlatmıştır : rekabetle enflasyonu düşürme. Bu politika, ücretlerin fiyatlara endekslenmesini kaldırmaya, Fransız Frangı’ının değerini Alman Markı’na göre sabitlemeye (güçlü Frank politikası) ve ekonomiyi serbestleştirmeye (özelleştirmeler ve yönetmelik iptalleri yoluyla) dayanmaktadır.
90’lı yıllar Avrupa ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki farklılıkların kesinleştiği yıllardır. Körfez Savaşı (1990), ardından Almanya’nın yeniden birleşmesi (1991), 1993 yılında Avrupa’daki piyasaları ve yatırımları durgunluğa sokar. Yeniden birleşmenin yarattığı şok Almanya’da enflasyon arttırıcı büyük gerilimlere yol açar. Mark yeniden değerlendirilseydi belki şokun Avrupa’nın diğer ülkelerindeki etkisi hafiflerdi, ancak Avrupa ülkelerinin çoğunda ulusal paranın değerini sabit tutma dogması bir türlü terkedilememektedir. Sonunda kısıtlayıcı para politikası, yalnızca Almanya’da yapılacağı yerde bütün Avrupa’da uygulanır.
Almanya’nın yeniden birleşmesinden 1998 yılına kadar ekonomi politikasının başlıca amacı, Maastricht Antlaşması ile planlanmış olan Tek Avrupa Parası ve birleşme ölçütlerine uyulması olmuştur. Enflasyonun, kamu açıklarının, kamu borçlarının, belirli birtakım ölçütlere ulaşması gerekmektedir. Yürütülen politikalar gereğince, enflasyon ve kamu açıkları kontrol altına alınırken büyüme düşük düzeyde kalmış, işsizlik tırmanışa geçmiştir.
Yeniden büyümeye geçiş
1997 yılından bu yana Avrupa yeniden bir büyüme evresi yaşamaktadır. İşsizlik oranı 1997 yılının ortasından itibaren düşmeye başlamış ve üç yıllık büyümeden sonra, kamuoyu tartışmaları tam istihdamı dile getirmeye başlamıştır. Avrupa ekonomisinin kaldırabileceği işsizlik oranı nedir? Tam istihdama geri dönmek için daha ne kadar zaman gerekmektedir? İşte bu sorular sorulmaktadır.
Büyüme döneminin gereksinimi, 90’lı yılların başında birikmiş olan yatırımlardaki gecikmenin telafi edilmesi ile sağlanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde iş verimliliğindeki artışın yeniden yakalanması, yeni teknolojilerin yaratacağı bir büyüme dönemi beklentisini arttırmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde, 90’lı yılların sonunda, büyüme rakamları Şanlı Otuz Yıldaki rakamlarla kıyaslanabilir boyutlara ulaşmıştır. Avrupa’daki rakamlar ise verimliliğin büyüme hızında eskisinden pek farklı bir değişikliğe işaret edememektedir, ancak yarının Avrupa’sı ve Fransa’sı için Amerikan örneğini düşleyenlerin sayısı hiç de az değildir.
90’lı yılların sonunda Fransa’daki istihdam politikası oldukça iddialı bazı yenilikler için fırsat yaratmıştır. Düşük ücretlerden alınan vergilerin hafifletilmesi (1993 yılında başlamış, 1995 yılında artırılmış ve 1999 yılında tamamlanmıştır), gençlerin istihdam edilmesi (1997 yılında uygulanmaya başlamış ve 1998-1999 yılları boyunca geliştirilmiştir) ve haftalık 35 saat çalışma süresi (1999’da, 1996 tarihli Robien yasası ve 1993 yılındaki yarı zamanlı çalışma ücretlerinde vergi yükünün hafifletilmesinin ardından) kamuoyu tartışmalarına bol bol malzeme vermiştir. Bu önlemler Fransa’da yüksek istihdam performansının yakalanmasına ve başlıca ortaklarıyla arasındaki işsizlik oranı farkının düşmesine büyük olasılıkla katkıda bulunmuştur. 2000 yılında Fransa, Euro bölgesindeki büyümeyle kıyaslanabilir düzeyde bir büyüme yaşarken (% 3), işsizlik oranı da Avrupa geneline göre iki kat daha fazla düşmüştür (Avrupa’da 0,7’ye karşılık, Fransa’da 1,5 puan).
Büyümenin yeniden yakalanması kamu yönetimini kolaylaştırmış ve kamu açıklarında vergi gelirlerinin dinamizminden büyük ölçüde yararlanılmıştır. Bununla birlikte, kamu borçları kötü yılların izini hâlâ taşımaktadır. Fransız Devletinin 2000 yılındaki borcu GSYİH’nın % 60’ının biraz altındadır ve yılda GSYİH’nın yaklaşık %3,5’u kadar bir faiz ödentisine yol açmaktadır. Her şeye karşın Fransa’nın net dış borç konumu artıdadır (GSYİH’nın birkaç puan civarında), buna karşılık Amerika Birleşik Devletleri’nin net dış borç konumu eksidedir ve GSYİH’sının % 20’si kadardır.
Fransız ekonomisinin bugünü
İşsizliğin damgasını vurduğu bir ekonomi
İşsizlik Fransız ekonomisine damgasını derinden vurmuştur, ancak işsizlik oranı bu "toplumsal yaranın" mutlaka en iyi ölçeği değildir.
İşsizliğin artışı, ortalama işsizlik süresinin de çok belirgin biçimde artışını getirmiştir. Bu süre otuz yıl içinde hemen hemen ikiye katlanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2000 yılı ortalama işsizlik süresi, % 4’lük bir işsizlik oranında yaklaşık bir aydır.
İşsizlik süresi işsiz kişilere göre büyük değişiklikler göstermektedir. İşsizlerin bir bölümü oldukça hızlı bir biçimde iş bulurken, sayıları hiç azalmayan çekirdek bir grup çok uzun bir süre işsiz kalmaktadır. Böylece, ileri yaştaki işsizler ortalama iki yılın üstünde işsiz kalırken, 15-24 yaşları arasındaki işsizler, ortalama sürenin yarısı kadar olan 8 aylık sürelerde, işsiz kalmaktadırlar.
Uzun süreli işsizlerin (bir yıldan fazla işsiz kalanlar) payı otuz yılda ikiye katlanmıştır. Uzun süreli işsizlerin sayısı 1970’ten bu yana sekize katlanmıştır. Uzun süreli işsiz artık genç sayılmaz ve ortalamanın altında bir eğitim düzeyine sahiptir. İşsizlikteki bu ikicilik çok belirgindir ve işsizlik oranının artmasıyla daha da artmıştır.
İşsizlik kadınları ve erkekleri aşağı yukarı eşit bir biçimde etkilemektedir. Gençlerin işsizlik oranı yüksektir, ama işsiz kaldıkları süre oldukça kısadır. Bu yüksek oran, nispeten düşük çalışma oranıyla da (yaklaşık % 40) birleşmektedir, çünkü gençlerin büyük çoğunluğu okulda eğitim almaktadır. Dolayısıyla, aslında her beş gençten biri değil her on iki gençten biri işsizdir.
İstihdamdaki değişimler
Şanlı Otuz Yıla damgasını vuran sanayinin hızlı gelişimi olmuştur. İşgücü bakımından kaynaklar, önemli verimlilik kazançları yaşamış olan tarım sektöründen elde edilmiştir. Son zamanların gelişen sektörü ise, üçüncü sektör olmuştur. Bu, sanayi payının net biçimde azaldığı gelişmiş ülkelerde genel bir olgudur. Sanayi, Fransa’daki artık istihdamın sadece altıda birinden biraz fazlasını temsil ederken, Almanya’da dört istihdamdan birini bulundurmaktadır.
Hizmetlerin gelişmesi, işletmelere ve bireylere verilen hizmetlerin çok kuvvetli gelişmeler kaydetmesiyle hem ticaret sektöründe, hem de idari hizmetler sektöründe meydana gelmiştir. Bu kategori, merkezi yönetim görevleri ve kamunun istihdama ve düşük ücretlere destek amacıyla yarattığı işler dışında, son yirmi yıldaki gelişimleri hayranlık uyandıran sağlık ve eğitim sektörlerini de kapsamaktadır.
Sağlık
Sağlık sektörü son kırk yılda hızlı bir gelişme yaşamıştır. Sağlığın GSYİH içindeki payı iki kattan fazla artmış ve kişi başına düşen sağlık harcamaları reel alım gücüne göre yedi katına çıkmıştır. Bugün bu pay kişi başına yaklaşık 2.300 avro’ya ulaşmıştır.
Sağlık harcamaları, gelişmiş ülkelerde de bizdekine benzer gelişmeler göstermiştir. Ortaya adeta şöyle bir kural çıkmıştır : bir ülke ne kadar zenginse o ülkedeki sağlık harcamaları da o kadar büyüktür.
Bu yönden bakıldığında Fransa’nın özelliği, sağlık harcamalarının GSYİH içinde tuttuğu önemli paydan çok sağlık sisteminin büyük ölçüde sosyalleşmiş olmasıdır. Bu bakımdan, Amerika Birleşik Devletleri ile arasındaki fark açık bir şekilde ortadadır, çünkü kamu sisteminin üstlendiği pay Fransa’da %75’in üstündeyken Amerika Birleşik Devletleri’nde bu pay %45’in altındadır. Fransız sistemi Avrupa ortalamasına çok yakındır.
Sağlık harcamalarını birtakım sağlık göstergelerine bağlamak pek kolay değildir. Harcamalar dışındaki bir takım etkenler de (beslenme alışkanlıkları ya da iklim gibi) sağlık göstergelerini önemli ölçüde etkilemektedir. Ayrıca sağlık harcamaları, yaşamsal istatistiklerin iyileştirilmesinden başka ölçütlere göre de kararlaştırılabilmektedir ve bu harcamalar özellikle konforun artırılmasını hedefleyebilmektedir. Bununla birlikte Fransız sağlık sisteminin sağlık göstergeleri konusundaki sonuçlarının oldukça iyi olduğunu söylemek mümkündür.
Eğitim
Eğitim harcamaları on yıldır belirgin bir artış eğilimi göstermemekte ve ulusal zenginliği takip ediyor gibi görünmektedir.
Bu durgunluk kısmen düşük nüfus artışıyla açıklanabilmektedir. Eğitim harcamalarının GSYİH içindeki payının durgun seyretmesine karşın, öğrenci başına yapılan harcamalar artmaktadır. Tıpkı sağlık sektörü gibi, eğitim sektörü de Fransa’da alabildiğine sosyalleşmiştir. Bu çerçevede Amerika Birleşik Devletleri veya Almanya ile aradaki fark belirgindir : Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya için oran dörtte üç veya beşte dört civarındayken, Fransa’da öğretimin hemen hemen % 100’ü bir kamu finansmanına bağlıdır.
Performans bakımından Fransız sisteminin bilançosu daha hafiflemiştir. Son yıllarda yürütülen uluslararası okul düzeyi karşılaştırmaları, Fransız sisteminin özellikle fen alanında iyi, hatta çok iyi bir performansa ulaştığını göstermektedir : Fransız diplomaları diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında iyi nitelikli diplomalar olarak kabul edilmektedir.
Buna karşılık, Fransızların öğrenim düzeyi ortalaması diğer ülkelere göre düşüktür. Bu ortalamayı düşüren ileri yaştaki kuşaklardır. Oysa genç kuşaklar arasında üniversite mezunlarının oranı diğer ülkelerinkine yaklaşmaktadır. Bununla birlikte Fransa’da, yüksek öğretimdeki bir öğrencinin maliyeti hâlâ Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir öğrencinin %40’ı kadardır. Avrupa gibi, kitlesel yüksek öğretim yoluna geç giren Fransa bu konuda olanakları el verdiği ölçüde gerekli yatırımları yapmaktadır.
Açık Bir Ekonomi
Fransa’nın dış ticareti 1980 yılında GSYİH’nın % 20’sini temsil ederken, 2000 yılında % 28’ini temsil etmeye başlamıştır. Yani Fransa giderek daha açık, dışa bağlı bir ekonomi haline gelmiştir. Bunun başlıca üç nedeni vardır :
Birincisi, Fransa topraklarında mevcut olmayan belli sayıda doğal kaynağı yurtdışından ithal etmek durumundadır. Bu yüzden enerji ürünleri (özellikle de hidrokarbürler) ithal ürünlerinin % 6’sını oluşturmaktadır.
İkincisi, Fransız sanayisi alabildiğine dışa, özellikle de Avrupa’ya açık bir sanayidir. Sanayi, geniş anlamıyla (tarımsal gıda sektörlerini de içine alacak şekilde) Fransız dış ticaretinin dörtte üçünden fazlasını oluşturmaktadır ve sanayi alım satımları % 60’ın üstünde bir oranda, pozitif bilançoyla Avrupalı komşuları ile gerçekleşmektedir.
Üçüncüsü, Fransa turizm açısından bir ağırlama ülkesidir. Dünyada bu konuda kılavuz olarak kabul edilmektedir ve bu önemli düzeyde bir hizmet ihracatı faaliyeti ve geniş anlamda sanayininki ile boy ölçüşebilen bir bilanço olarak yansımaktadır.
Giderek daha da büyüyen bir dış ticaretle Fransa, yakın bir süre önce ayrıca küreselleşme sürecine de girmiş bulunmaktadır. En iyi birkaç kamu işletmesinin ortaya çıkmasına, kimilerinin de başarısızlığına yol açmış olan kamu sanayileri doktrininin sona ermesi, telekomünikasyon ya da hava taşımacılığı gibi bazı sektörlerin özelleştirilmesi ve liberalleşmesi Fransız şirketlerinin dünyadaki konumlanma biçiminde derin bir değişim yaratmıştır.
Yurtdışındaki doğrudan yatırım stokları bu küreselleşme hareketinin bir göstergesidir. 1985 yılında Fransa gelişmiş bir ülke için pek alışık olunmayan bir konumdaydı. Giren stoku çıkan stokuna denkti. O zamandan beri durum hayli değişti. Fransa artık Almanya’nınkiyle kıyaslanabilecek bir doğrudan yatırım stoku profiline sahiptir. Ama daha büyük bir ekonomiye sahip olan Amerika Birleşik Devletleri ile ve Londra’nın mali konumunun önemi dolayısıyla Birleşik Krallık ile arasındaki fark hâlâ belirgin düzeydedir.
Bu açılma olayı bir süredir hızlanmış bulunmaktadır. Şirketlerarası birleşme, şirket alımları ve özellikle de Fransız şirketleri tarafından yapılan alımlar bugün oran bakımından 1995 yılında olduklarından iki kat fazladır. Bu hızlanma Amerika Birleşik Devletleri net olarak satışlara yönelmişken, 1999’da net olarak alımlara yönelen Avrupa ülkelerinin tamamı için geçerlidir.
Yeni Bir Ekonomiye mi Doğru?
Amerika Birleşik Devletleri’nde son zamanlarda ekonomik büyümede meydana gelen patlama çoğu zaman iletişim ve bilişim teknolojilerindeki yeniliklere bağlanmaktadır. Fransa bu alanda kişisel bilgisayarların yayılma göstergelerinden de anlaşılacağı gibi geç kalmıştır. Avrupa ve Fransa tarafından bu alanlarda gerçekleştirilen ilerlemelerin Avrupa’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanana benzer mutlu bir döneme temel teşkil edeceğini şimdiden söylemek hoş olacaktır. Fransa araştırma ve geliştirmeye Amerika Birleşik Devletleri’nden daha az yatırım yapmaktadır. AR&GE ile gelecekteki başarı arasındaki her zaman doğrudan bir bağ yoktur belki, ama Avrupa’da AR&GE harcamalarının GSYİH içinde aynı puanda durgun seyretmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nde puanlarda meydana gelen hızlı artış karşısında endişe vericidir.
Bu durgunluk, Fransa’da Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kadar dinamik olmayan ve kamu sektörü tarafından finanse edilen payı ılımlı olarak azaltılan, ki tüm ülkelerde bu yapılmaktadır, özel sektör harcamalarının artmasının sonucudur. Fransa aynı zamanda, araştırma konusundaki kamu harcamalarının denetim mantığını belki de çok ileri vardırmış ve şirketler de kamudan nöbeti devralmakta Atlantik ötesi kadar başarılı olamamışlardır.
Geleneksel olarak "yeni ekonomi"yle özel bir girişimcilik dinamizmi bağdaştırılmaktadır. Fransa’da 1997 yılında yeni borsanın kurulması, yüksek riskli yenilikçi faaliyetlerin finansman gereksinimine getirilen çözümlerden biridir. Bu borsaya bağlanan para akımları hızla artmasına karşın yine de çok zayıf kalmaktadır. Fransa’da şirket birleşme ve alımlarına yönelik yıllık para akımları 70 milyar avro civarındadır, yani yeni borsa üzerinden alınan fonlardan yüz kat ve risk sermayesine yatırılan tutarlardan iki yüz kat fazladır…
Nasıl Bir Gelecek?
Fransa ve Avrupa hiç kuşkusuz bugün zengin ülkeler kulübünün etkin üyeleri arasındadır. Bu ülkeler, ekonominin sosyalleşmesi ile pazarın işlerliği arasında, dünya ekonomisiyle uyumlu ve küresel kapitalizmin bugünkü kurallarına uyarlanmış bir sentez oluşturmaya çalışan özel bir kalkınma modelinin ileticisidirler. Bu sentez, artan işsizliğin toplumu derinden sarstığı ve kamu açıklarının, amacı ne olursa olsun bütün kamu harcamalarını tartışmaya açtığı zor geçen yirmi yıl boyunca kötü değerlendirilmiştir. Oysa bir sosyal koruma sistemini ayakta tutmak, fırsat eşitliğini güvence altına almak, yoksullara onurlu bir yaşam sağlanmak Kıta Avrupa’sının çoğu ülkesinin paylaştığı değerlerdir.
Avrupa halkları yaşlanmaktadır ve daha da yaşlanacaktır. Çalışma hayatından çekilmenin günümüzdeki kuralları önümüzdeki on yıllarda emekliliğin faturasının ağırlaşmasına yol açacaktır. Çalışmayanların çalışanlara katıldığı ilişki oranı böylece 2020 yılında % 50 - % 65’ten fazla, 2040 yılında ise % 80’den fazla artması beklenmektedir. Bu şokun etkisini hafifletmek için çeşitli çözümler elbette mevcuttur, ama bunlardan bazıları belli bir dayanışma biçiminin sonunun geldiğini duyurmaktadır.
Ekonominin liberalleşmesi konusundaki çalışmalar son yıllarda geniş bir biçimde yürütülmüştür. Özelleştirilecek birkaç şirket ve devletin elden çıkarılacak birkaç önemli iştiraki kalmıştır ama Fransız sanayisinde büyük reformlar gerçekleştirilmiştir. Bankacılık sistemi yeniden yapılandırılmış, telekomünikasyon sektörü rekabete açılmış (1998) ve ticarette rekabet artmıştır. Enerji sektörü (2000 yılında kısmen rekabete açılmış) ve kara taşımacılığı sektörü değiştirilmeyi beklemektedir, ancak muhtemelen bu sektörler Fransız tarzı sanayi politikasının geriye kalan son kaleleridir.
Kamunun görevi bu gelişmeleri devam ettirmek olacaktır. Fransız sosyal sisteminin varlığını sürdürebilmesi ve toplumsal bütünlüğü sağlamlaştırmaya devam edebilmesi için kamuda da birtakım reformların yapılması zorunludur. Başarılması gereken şey, sağlığa, eğitime veya araştırmaya kaynak sağlamak için verimlilikte, örneğin vergi toplamada, daha iyi olmaktır.
Avrupa’nın kurulmasına yönelik adımlar Fransa’yı ağırlığı dünya çapında önemli olan bir birlik içine yerleştirmektedir. Konjonktüre bağlı ekonomi politikası sorunsallarının ötesinde, gezegenin ekonomik kalkınmasına ağırlığını koyabilecek olan bu birlik Kuzey Amerika’nın gücüne karşı bir denge oluşturabilecektir.
Fransız Sanayisi
Fransız Sanayisi ile ilgili bilgilendirme fişi Ağustos 2002’de hazırlanmış ve Başbakanlığın web sitesinde yayınlanmıştır. Tüm telif hakları Fransa’nın Türkiye Büyükelçiliğine aittir.
Son on yılda, Fransız sanayisi eski dinamizmini yeniden yakalamış ve hem Avrupa’da hem de dünya çapında stratejik konumunu güçlendirmiştir. Büyük ölçüde yabancı yatırımları kabul ederek ve dış iştirak alımlarını arttırarak dışa açılmıştır. İhracat yönelimini canlandıran sanayi üretimi 1996 yılından bu yana yılda % 4 oranında büyümüştür. Otomobil sanayisinin başarının ötesinde, bu büyüme en ileri teknoloji sektörlerine (eczacılık, havacılık, telekomünikasyon) yönelimini sürdürmektedir. İşletmelerin bünyesinde araştırma ve yenileştirme gelişmiştir. Yatırımların dinamiği, yine de sanayi istihdamının canlanmasına zarar vermeksizin, daha sağlıklı bir mali ortamda önemli verimlilik kazançları sağlamıştır.
Anahtar Rakamlar
4.160.000 ücretliyle sanayi, 2001 yılında Gayri Safi Yurt İçi Hasılanın (GSYİH) %19’unu oluşturmaktadır (enerji ve tarımsal gıda da dahil olmak üzere). Sanayi ürünleri, ailelerin tüketim giderlerinin yarısını, Gayri Safi Sabit Sermaye Oluşumunun (GSSSO) % 40’ını ve mal ve hizmet ihracatının % 79’unu oluşturmaktadır. Bu ürünler 2001 yılında, sayesinde petrol açığını kapatabildiğimiz 17 milyar euro’luk ihracat fazlası yaratmıştır (enerji hariç). 1999 yılında altı Fransız grubu dünyanın ilk yüz sanayi grubu arasına girmiştir : Total-Fina-Elf, Peugeot, Renault, Alcatel, St-Gobain ve Aventis. Fransa’da sanayi faaliyetlerinin üçte biri yabancı kontrolündedir. Ancak Fransa’daki doğrudan yabancı yatırımlar (2001 yılında GSYİH’nın % 3,9’u), yurtdışındaki Fransız yatırımlarının (GSYİH’nın % 6’sı) altındadır. Sanayi işletmelerinin Araştırma ve Geliştirme (AR&GE) harcamaları GSYİH’nın yaklaşık % 1,4’ünü oluşturmaktadır (16 milyar Euro tutarında).
Yeniden Yakalanan Dinamizm
1990’lı yılların başında Fransa çoğunlukla büyük sanayi ülkeleri sıralamasının sonunda kabul ediliyordu. Ama, gücünü sahip olduğu ileri teknolojilerden ve yetkin işgücünden alan Fransız sanayisi, Avrupa’da dinamizmine yavaş yavaş yeniden kavuşmuştur. Fransa, doksanlı yılların başında birçok krizle başa çıkmak zorunda kalmıştır (Körfez krizi, Avrupa para sisteminin yarattığı bölünme, Almanya’nın yeniden birleşmesinin sonuçları, …) ve sanayi üretimi 1990 yılından 1995 yılına kadar yerinde saymıştır. Daha sonra, uluslararası genel durum, Amerika’daki büyümenin yarattığı dinamizm ve Euronun aşamalı olarak uygulamaya konması sayesinde bir iyileşme sürecine girmiştir. Sanayiciler mali durumlarını düzelttiklerinden yeni bir gelişme evresi açılmış ve Fransız sanayisi, 1997-1998 Asya krizine bağlı, ardından 2000 yılında Amerika’daki ve dünyadaki durgunluğun doğurduğu ve 2001 yılında da New York’taki saldırıların şokuyla iyiden iyiye ciddi boyutlara ulaşan yavaşlamaya bağlı sarsıntıları iyi koşullarda karşılayabilmişlerdir.
Dışa Açılım ve Daha İleri Rekabet Gücü
Fransız sanayisi yeniden rekabet gücüne sahip bir sanayi haline gelmiştir. İmalat ürünlerinde ticaret fazlası güçlenmiş, yıllardır GSYİH’ya yakın seyretmektedir. Aynı şekilde, sanayi pazar payları, Japonya’da, Almanya’da ya da Büyük Britanya’da gerilerken, Fransa’da iyileşme kaydedilmektedir. Bu rekabet gücünü kuşkusuz, 2000-2001 döneminde doların ve 1997’den bu yana da Sterlinin yükselmesiyle desteklemiştir. Bununla birlikte, Euro bölgesinde Fransız sanayisinin durumu hâlâ elverişliliğini sürdürmektedir. Tek para yürürlülüğe konduğundan beri, üretilen birim başına üretim maliyetleri Fransa’da komşularına göre daha düşüktür ve enflasyonun kontrol altında tutulması sayesinde bu avantajlı durum sürmektedir.
Rekabet ve çekim gücü altyapıların kalitesine de bağlıdır. Fransa toprakları çok sayıda yabancı şirketi kendine çekmektedir, çünkü Avrupa’da ayrıcalıklı bir coğrafi konumdadır, ayrıca güvenli ve düşük maliyetli enerji kaynaklarına, gelişmiş bir ulaşım ve telekomünikasyon ağına ve iyi düzeyde bir örgün eğitim ve üniversite sistemine sahiptir.
Bu dışa açılım yurtdışındaki Fransız yatırımlarını da kolaylaştırmaktadır. 2000 yılında telekomünikasyon alanında yapılan birkaç sıra dışı ticari işlem nedeniyle gözlenen tırmanıştan sonra söz konusu yatırımlar, Fransa’daki yabancı yatırımları (GSYİH’nın % 3,9 u) bol bol aşan bir miktarda, 88 milyar Euro olarak gerçekleşmiştir, yani 2001 yılı GSYİH’sının % 6’sı kadar. Bu dış iştirak alımları birkaç yıldan bu yana sanayide daha da hızlanmıştır.
Ülkenin Çekim Gücünü Geliştirmek
Böylelikle Fransa sanayisini, Alman ya da Japon sanayilerinin tersine dışa açabilmiştir. Fransa’daki yabancı yatırımların yarattığı istihdamın, yarısı imalat sanayisinde olmak üzere, her yıl yaklaşık 30.000 kişiyi bulduğu tahmin edilmektedir. Fransız sanayi potansiyelinin % 30’u ve büyük sanayinin yaklaşık yarısı, en ileri sektörlerde yoğunlaşmış olan yabancı grupların denetimindedir.
Büyük Fransız sanayi gruplarının yurtdışında edindikleri konumlara karşılık, bu yabancı iştirakler her iki tarafa da önemli bir teknolojik zenginleşme sağlamaktadır.
Ülkenin Avrupa’ya ve dünyaya yaptığı bu sanayi açılımının kazandıracaklarının bilincinde olan kamu güçleri, özellikle bu getiriler nitelikli istihdam ve teknolojik transferlere yol açacaksa, ülkenin çekim gücünü iyi bir düzeyde tutmaya özen göstermektedirler. Fransa imajını iyileştirmeye ve böylece ileri bir toplum sisteminin doğurduğu kimi idari yavaşlıkları azaltmaya gayret göstermektedir. Bunların yanı sıra, sanayi kuruluşlarının belini büken, özellikle de istihdamın önünü kesen vergi yüklerini ve sosyal yükümlülükleri de azaltmanın yollarını aramaktadır. Sözgelimi, düşük ücretlerde sosyal kesintiler büyük ölçüde düşürülmüş ve primlerin ücretlilere düşen payı hafifletilmiştir.
Uç Sektörlere Doğru Yönelen Bir Sanayi
Fransız sanayisi geniş bir sanayi faaliyeti yelpazesini kapsamakla birlikte, büyük ölçüde uç sektörlere (nükleer enerji, petrol, havacılık, uzay, telekomünikasyon, vb) yönelimini sürdürmektedir, bu da, teknolojik araştırmanın ve ulusal bağımsızlığın güvencesi olan birkaç büyük kamu kuruluşuna odaklı bir sanayi politikasından kaynaklanmaktadır. Ancak, sınırların açılmasıyla birlikte, Fransız sanayisinin gelişmesi giderek daha çok bu işletmelerin ticari başarısına, araştırma alanındaki dinamizmine ve kilit teknolojileri yönetebilme becerisine dayanmaktadır. Bu sayede, Fransız araba yapımcıları beş yıldır Avrupa’da önemli pazar payları tutturmayı başarabilmişlerdir. Rekabet birçok faaliyette çabaları arttırmaktadır. Sektörlerde en ufak bir teknik gecikmeye bile izin yoktur, özellikle bilişim alanında karşılaşılan kimi güçlükler bunu gayet iyi kanıtlamaktadır.
Sanayi ve Hizmetler : Artan Tamamlayıcılık ve Bütünleşme
Hizmet sektörünün büyümesi ve sanayinin büyümesi iç içe geçmiş olgulardır.
Gerçekten de, sanayi üretimi çok sayıda hizmetin ortaya çıkmasına yol açar. Bu hizmetler araştırma, mühendislik, lojistik, ticaret, idare ya da bilgi-işlem gibi başlıklar altında toplanabilir.
Bu hizmetler pazarda giderek büyüyen bir yer tutmaktadır. Yurt içi olarak bakıldığında, çalışanların dörtte biri hizmet sektöründe istihdam edilmektedir. Ama hizmetler daha çok yurt dışına götürülmektedir, hizmet alımları ise şirketlerin içinde kalan sanayi katma değerinin neredeyse tamamına eşit bir payı temsil etmektedir. Bu hizmetler çok çeşitlidir. Araştırma çoğunlukla büyük grupların tekelinde bulunmaktadır. Ticari hizmetler birçok sanayi işletmesinin büyümesinin temel dayanağı konumundadır. Daha sınırlı da olsa, bilişim hizmetlerinin satın alımı da hızla gelişmektedir. Genel, idari veya bakım hizmetlerine gelince, bunlar büyük sanayide giderek daha fazla dışarıya yöneltilmektedir. Bunun sonucunda, sanayi işletmesinin gelişmesi, faaliyetine bağlı hizmetlerin gelişmesine dayanır hale gelmiştir, söz konusu hizmetler de çoğunlukla giderek daha fazla dışa yöneliktir.
Buna paralel olarak, sanayi donanımları hizmet faaliyetlerinde artan bir yer tutmaktadır : Donanımların modernleşmesi ulaşım olanaklarını dinamikleştirir; bilgi-işlem lojistiğe devrim getirir; hastane bir tür ileri teknoloji fabrikasına dönüşür; bilgisayarlar banka faaliyetlerini arttırır.
Sanayinin sınırında yer alan telekomünikasyon sektörü, büyük işlemcilerin özelleştirilmesi ve yeni bilgi teknolojilerinin olağanüstü gelişmesiyle sanayi dokunun güncel dönüşümünde kilit bir rol oynar.
Artan Maddi ve Düşünsel Yatırım
Teknoloji ve organizasyon bakımından her zaman en iyi düzeyde kalmak zorunda olduğundan, sanayi büyüme sürekli bir yatırım gerektirir, bu, hiç kuşkusuz donanıma yatırım olduğu kadar, aynı zamanda da yenilik ve araştırma, yeni teknolojilerin doğru kullanımı, organizasyon ve insanların eğitimi konularına da yatırım anlamına gelir. Sanayi donanımı alımları, 1990-1994 yıllarının durgunluğuna son vererek, 1994 yılından itibaren % 6’nın üzerinde bir ritm ile artmıştır. Üretim çarkındaki bu yenileşme, hemen hemen bütün sektörlerde fark edilmekle birlikte, 2000 ve 2001 yıllarında özellikle otomobil sektöründe çok büyük bir önem kazanmıştır. Benzer bir saptama da düşünsel yatırımlar için yapılabilir (AR&GE, eğitim, yazılım, organizasyon, reklam, …).
Araştırma ve Geliştirme Giderlerinin Artışı
Avrupa’daki komşularıyla kıyaslandığında, Fransa’nın genel Araştırma ve Geliştirme (AR&GE) çabaları oldukça yüksektir, ancak bu, kamu araştırmalarının daha ağır basması sayesindedir. Bu çabaları daha verimli hale getirmek amacıyla sanayiciler yavaş yavaş AR&GE sorumluluğunu üzerlerine almışlardır ve bugün şirketlerin teknolojik araştırması GSYİH’dan daha hızlı ilerlemektedir. Bununla birlikte, patent başvuruları, özellikle kimi yüksek teknoloji sektörlerinde hâlâ yetersiz kalmaktadır.
Yenilik konusunda, kamu güçleri işletmelerin çabalarını desteklemeye çalışmaktadır. İkinci konumdaki fon sağlayıcı olarak, kamu güçleri yenilikçi projelerin % 12’sini finanse etmektedirler. Kamu güçleri, önemli teknolojik sonuçlar doğuracak büyük projelerin finansmanına katılsalar da, çoğunlukla yenilikçi Küçük ve Orta Ölçekli Sanayicileri, özellikle de en riskli evre olan projenin ortaya atılması evresinde, çeşitli araçlarla (araştırma vergisi kredisi, hazırlık dönemi çalışanlarına yardım, risk-sermaye, …) desteklemeye çalışmaktadırlar. Küçük ve Orta Ölçekli Sanayicilere verilen bu destek çok önemlidir, çünkü yenilikçi projelerin % 80’i, özellikle de ilgili projenin başarı şansını değerlendirmek için gerekli mali araçlara ve gerekli yetkinliklere sahip büyük gruplarda, proje sahiplerinin kendileri tarafından finanse edilmektedir. Kamu güçleri ayrıca, meslekler bünyesinde işbirliğini güçlendirmek amacıyla, teknolojilerin yayılmasını sağlayacak ağları canlandırmaktadırlar (biyo-teknoloji, mikro-teknoloji, yazılım, görsel-işitsel teknoloji, kara taşımacılığı, vb… alanlarında 2002 başında 16 ağ bulunmaktaydı).
Bilgi Teknolojileri : İnternet’te Kapatılması Gereken Açık
İletişim, bilgi araştırma ve pazarlama aracı olarak internet ağı hâlâ "yeni ekonomi"nin simgesidir. Elektronik ticaret ağır gelişiyor olsa da, şimdiden birçok işletme teknik ve ticari ilişkilerini daha iyi hale getirmek amacıyla bu ağı kullanmaya başlamışlardır. Hatta birkaç işletme iç organizasyonlarının tamamını internet çevresinde kurmaya dek gitmiştir.
Ama bu alanda Fransız işletmeleri diğer Avrupalı benzerlerine göre geç kalmışlardır ve uluslararası karşılaştırmalarda genellikle sonlarda yer almaktadırlar (karş. CPCI 2002 Raporu, fiş 59). Aynı şekilde, Fransız aileler de internet ağına komşularındakine oranla daha az bağlanmışlardır.
Sanayiciler büyük bir ticari dinamizm de göstermektedirler. Ticari hizmetlerini gelişme stratejilerinin merkezine yerleştirmişlerdir ve reklam giderlerinin artışı 1995 yılında olduğundan iki kat daha hızlıdır. Dahası, tabanda büyük Fransız ticari grupların gücünden yararlanmaya başlamışlardır. Bu da Fransız sanayi ürünlerinin yurtdışında satılmasını kolaylaştırmaktadır.
İstihdam Artışına Karşılık Yetersiz Eğitim
1990 yılından 1995 yılına kadar Fransız sanayisinde yılda 90.000 kişilik istihdam yok olmuşken, 1997 yılından 2001 yılına kadar yılda 30.000 iş yaratılmıştır. Bu rakam, ilgili alanda Avrupa’daki en iyi rakamlardan biridir (işsizlik oranı 1995 yılında % 20’yi aşmış olan İspanya’nın arkasından), üstelik bu rakamda sanayi için çalışan hizmet faaliyetlerinde kullanılan bütün istihdam dikkate alınmamıştır.
1997-2001 yılları arasındaki büyümeye bağlı söz konusu istihdam artışı aynı zamanda aşağıdaki nedenlerden kaynaklanmaktadır:
daha niteliksiz işlerde vergi yükünün düşürülmesi;
çalışma süresinin düşürülmesi;
çalışma pazarının daha büyük bir esneklik içine sokulması.
Böylece, tam zamanlı 240.000 işle eşdeğer olarak, geçici işçi istihdamının ağırlığı 1995 yılından bu yana üç kat artmıştır.
Aylık ücretlerde nispeten bir düşüş görülmüşse de, çalışma süresinin düşürülmesi de çalışılan saat maliyetlerinde bir artışa yol açmıştır. Bu da 2001-2002 yıllarında birim maliyetlerinde meydana gelebilecek gelişmeler konusundaki öngörülerde çok dikkatli olunmasını gerektirmiştir.
Nitelikli personel gereksinimleri hâlâ önemli düzeylerdedir. Bu gereksinimler, yalnızca okul ve üniversite çerçevesinde değil, ama aynı zamanda mesleki eğitim konusunda da dinamik bir eğitim politikasının yararına parmak basmaktadır. Oysa Fransa’da bu konuda birtakım eksiklikler bulunmaktadır. Bazen yetersiz kalan eğitim giderleri, şirketlerde çok genç ve zaten daha iyi eğitim almış elemanlara yönelik olarak harcanmakta, bu da mevcut çalışanların nitelik eksikliğine ve işgücünün büyük bölümünün yaşlanmasına bağlı olarak günümüzde yaşanan dengesizlikleri arttırmaktadır.
Üstelik, Fransa’da çalışma çağındaki nüfusun aktiflik oranı düşüktür ve sanayi işgücünün yaş piramidinde yaşlanma vardır. Gençlerin işe alınmasını desteklemek ve daha eski çalışanların niteliklerinin arttırılmasını sağlamak için önemli bir çaba gerekecektir.
Şirketlerin Kârlılığında Düzelme
1996 yılından bu yana, imalat işletmelerinin kazançlılığı açık bir biçimde artış göstermiştir. Sanayi işletmelerinin kâr zarar cetvelleri 2000 yılında, cironun % 3,4 üne varan bir sıçrama gerçekleştirmiştir ve on yıldır, yatırılan sermayelerin karşılığının alınmasında büyük iyileşmeler görülmektedir. Kârlılığa bağlı kazançlar, donanım mallarında ve ara mallarda yüksek olmasına karşın, özellikle eczacılık-parfümeri ve otomobil sektörlerinde çarpıcı düzeylere ulaşmış ve bu iki sektörün yıllardır oynadıkları öncü rolü bir anlamda onaylamıştır.
1990 yılından bu yana sanayicileri borçtan kurtarmak için sürdürülen çabalar büyük sanayi gruplarının mali temellerini sağlamlaştırmalarını sağlamıştır. Bu eylemler, 2001 de teknolojik değerler hakkındaki spekülasyonların kurbanı olmuş birkaç büyük grubun son dönemde yaşadığı sıkıntılara karşın, büyük başarı getirmiştir. Ticari alacakların ağırlığı da son on yılda iyice azalmış ve bugün artık yalnızca 26 günlük ciro kadardır. Kârlılığa bağlı bütün bu kazançlar işletmelerin son dönemlerdeki konjonktüre bağlı ani değişiklikleri (Asya krizi, "e-krach", Amerikan ekonomisindeki durgunluk, New York’taki saldırılar, …) fazla zorluk yaşamadan aşmalarını sağlamıştır.
Böylelikle Fransız sanayisi, 1997-2000 arasındaki sanayide meydana gelen yeniden canlanmaya ve bazı büyük sanayi gruplarının yurtdışında yeniden yapılanmalarına ve dış iştirak alımlarına bağlı yatırımları iyi koşullarda finanse edebilmiştir.
Yönetimle Sanayiciler Arasındaki Görüş Alışverişi
1996 yılında kurulan Sanayi İçin Görüş Daimi Kurulu (CPCI) belli başlı sanayi birliklerinin başkanlarından ve eşit sayıda yönetim temsilcisinden oluşur. İki görevi vardır :
Sanayiciler ve kamu güçleri arasında görüş alışverişini kolaylaştırmak;
Kamuoyunu sanayinin durumu hakkında bilgilendirmek. Bu kurul yıllık bir rapor yayınlamaktadır.
Daha Geniş Bilgi İçin
İstatistik ve Ekonomik İncelemeler Ulusal Enstitüsü’nün (Insee) web sitesi
Bu tanıtım yazısı Sanayiden Sorumlu Bakanlığın İnceleme ve İstatistik Hizmetlerinde (SESSI) çalışan ve Genel Durum Değerlendirmesi ve Sanayi İçin Görüş Daimi Kurulu (CPCI) için rapor düzenleme görevini yürüten Georges Honoré tarafından kaleme alınmıştır.