Fransa ve Avrupa’nın inşası konusundaki bilgilendirme fişi Jean-louis Quermonne tarafından Mayıs 2001’de hazırlanmış ve Başbakanlık web sitesinde yayınlanmıştır.
Birinci Dünya Savaşından zaferle ama bitkin çıkan, 1940’da Hitler Almanya’sına yenilip daha sonra müttefiklerinin zaferiyle 1945’de yeniden bağımsızlığını kazanan Fransa, diğer devletlerle birlikte milliyetçiliklerden doğan trajik çatışmalara kesin olarak bir son vermek gerektiğinin bilincine vardı. XX. yüzyılın ikinci yarısında, artık tek başına büyük gücü oynama yeteneğine sahip olamayacağını da anladı. Kolonilerinin bağımsızlarını ilan etmesinin yarattığı düş kırıklığına Amerika ve Sovyetlerin, Fransız ve İngiliz birliklerinin 1956’daki Süveyş seferini vetosu bu duruma son noktayı koydu. Oysa ki, Birleşik Krallık bu güç kaybını Birleşik Devletlerle “özel ilişki”sini güçlendirerek saklama çabası içindeyken, Fransa dünya üzerinde söz sahibi olmak emelini Almanya ile uzlaşarak kurulacak bir Avrupa’ya çeşitli biçimlerde yansıtmaktan vazgeçmedi. V. Cumhuriyet döneminde art arda beş cumhurbaşkanı ve yirmi yedi hükümet, kimi zaman inançla kimi zaman sağ duyuyla bir önceki hükümetin yaptığı anlaşmalara sahip çıkarak Avrupa’nın kuruluşunu politikalarının eksenine oturttular. Bundan dolayı 2000 yılının ikinci yarısında Avrupa Birliği Fransa dönem başkanlığının pek çok beklenti yaratması ve Nice Antlaşması’ndan sonra, 2004 sonunda Avrupa Politikasının kurulmasına ne gibi bir katkısının olacağını öğrenmek için bakışların yeniden Fransa’ya yönelmesi şaşırtıcı olmasa gerek.
Topluluk Avrupa’sı Fikrinin Doğuşu
Winston Churchill‘in, 19 Eylül 1946’da yaptığı söylevde açıkça Avrupa Birleşik Devletlerini kurmaya davet ettiği ve Lahey Kongresi’ne seçkin politikacılarının bir kısmının katılmasıyla dahil olan Fransa, İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde Avrupa Konseyi’nin oluşumuna katıldı. Tıpkı daha sonraları Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatının (OECE), Batı Avrupa Birliğinin (UEO), Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatının (NATO) ve daha sonra Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının (OSCE) kuruluşuna yapacağı katkılarda olduğu gibi. Fakat devletlerarası teşkilatların adım atmakta gösterdiği isteksizliğin yol açtığı düş kırıklığına uğrayan ve soğuk savaşın eşiğinde Almanya’nın yeniden sanayileştirilmesi ve silahlandırılması için Amerikalıların sıkıştırdığı Fransa, Versaille Anlaşması prensipleriyle bağlarını, Jean-Monet’nin Topluluk Avrupa’sı düşüncesinin etkisiyle kesin bir şekilde koparacaktır. Dönemin Dışişleri bakanı Robert Schumann Beyannamesi 9 Mayıs 1950’de bunun gerçek bir manifestosu niteliğindedir ve Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (CECA) bunun ilk uygulama alanı olacaktır. Ama Kore Savaşı’nın yol aştığı aciliyet sonucunda, askeri alana zamanından önce aktarılan Avrupa Savunma Topluluğu (CED) projesine uygulanması öngörülen hükümetlerüstü ve hükümetlerarası bu ittifak, 1954’de Fransız Parlamentosu karşısında başarısızlığa uğrayacaktır. Öyle ki, katılım süreci Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (CEE) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğunu (CEEA veya Euratom) kuran Roma antlaşmalarının 1957’de imzalanmasıyla önce ekonomik alanda yoğunlaşmıştır.
Böylelikle Ortak Pazar dahilinde hükümetlerüstü ve hükümetlerarası yepyeni bir sentez, bir buluş olarak, topluluk yöntemi ortaya çıkmıştır. Aralarında işbirliği geliştirmeleri beklenen iki kurumdan, bir taraftan CEKA’nın (Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu) mirascısı olan Komisyon ve Adalet Divanı ; diğer taraftan çalışmalarını hazırlamakla görevli Daimi Temsilciler Kurulunun (COREPER) yardımcılığını yaptığı Bakanlar kurulu arasındaki bu sistem, Strasbourg Parlamentosu’nun gücünün artması ve Avrupa Konseyinin eklenmesiyle siyasal bakımdan tamamlanacaktır. Bu kurumlar, topluluk hukukunun yardımıyla, gümrük birliği, tarım, ulaşım ve dış ticaret konularında ortak politikalar hazırlayacaklardır. Ve bu çalışmalardan 1972’deki ilk genişlemeye kadar, bazen uygulayıcı olarak nitelendirilen ama bugün hâlâ topluluğun kazanımlarını oluşturan temeli meydana getiren Altı Kurucu Devlet doğacaktır. Daha sonra, Danimarka’da, İrlanda’da ve Birleşik Krallık’ta Toplulukların açılmasının ardından, Tek Avrupa Seneti 1986’da Topluluk yöntemine tek Avrupa hedefine ulaşma yöntemlerini kapsayan bir hedef saptanması temeline dayalı yeni bir hız kazandırana kadar, kurumlar, bünyelerinde hiçbir yenilik yapılmamış olmasından dolayı uzun bir hareketsizlik dönemi geçireceklerdir.
Bundan sonra, Komisyon Başkanı Jacques Delors’un girişimi ve Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın ve Alman Başbakanı Helmut Kohl’ün desteğiyle bütünleşmeyi tamamlayan bir kademe daha, 1992 dönemi sonunda büyük iç pazarın açılmasıyla aşılmış olacaktır. Bu hedefin takibiyle birlikte Parlamentonun oyuna olduğu gibi, belirli çoğunluk oylamasının Konsey içinde daha önemli bir rol oynamasına imkan veren karar süreci reformu gerçekleşecektir. Bir yandan da yeni Antlaşma, Avrupa Konseyi Devlet ve Hükümet Başkanları ve Komisyon Başkanı Toplantısının kabul edilmesiyle dış politika konusunda Devletlerin işbirliğini ve bu toplantılar yoluyla politik birlik arayışına katılmalarını resmileştirecektir.
Siyasi Avrupa Yolunda Uzun Yürüyüş
İngilizlerin Ortak Pazarı Serbest Dolaşım Bölgesine çevirme girişimlerine karşı çıkan De Gaulle 1958’de Fransa’nın Roma Antlaşmasına girmesini onaylamıştı. Ama aynı zamanda, Komisyonun Ortak Tarım Politikasının (PAC) mali tüzüğüne ilişkin önerilerini reddederek hükümetlerüstü niteliğini bozmaya çalıştı. Bunun sonucunda 1965’te, ertesi yıl Luxembourg uzlaşmasının kabulüyle çözümlenen “boş koltuk” krizi meydana geldi. Bu uzlaşma, söz konusu kararın oybirliğiyle alınabilmesi için antlaşmalarda değişikliğe neden olmaksızın bir üye devletin çok önemli çıkarlar öne sürmesine olanak vermektedir. Bunun yanı sıra ve sadece hükümetler arası temelde, General de Gaulle bir Birlik politikası gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ama Alman Başbakanı Adenauer ile ilk Fransız-Alman ikilisini oluşturmalarına karşın De Gaulle’un İngilizlerin üyeliğine ve NATO’ya muhalefeti bu birliğin kurumlaşmasını hedefleyen çeşitli “Fouchet planları“nın uygulanmasını engellemiştir. Daha sonra 1969’daki Lahey zirvesinde Birleşik Krallığa konan veto Georges Pompidou tarafından kaldırıldığından Avrupa’nın kuruluşuna yeni bir hız vermenin mümkün olduğu ortaya çıkmıştır. Ama doların dalgalanması ve petrol krizi, 1980 için programlanan para birliği ve politik birlik planlarını önemli ölçüde geciktirmiştir. Bununla birlikte Valéry Giscard D’Estaing ve Helmut Schmidt’in oluşturduğu yeni Fransa-Almanya ikilisi, bu tarihin ötesinde Avrupa Para Sistemini kurmayı, Strasbourg Parlamentosu’nun genel seçimlerle oluşmasını düzenlemeyi, devlet ve hükümet başkanlarının zaman zaman yaptıkları zirve toplantılarını her yarı yılda en az bir kez toplanan Avrupa Konseyine dönüştürmeyi başarmıştır. Bu sırada Fransa Avrupa’ya birçok değerli komisyon üyesi (Marjolin, Barre, Ortoli, Pisani, Cheysson…) ve aralarında Komisyon genel sekreterliği yapmış olan Emile Noël gibi birinci derecede isim sahibi çok sayıda bürokrat da kazandırmıştır.
Yine de, François Mitterand ve Helmut Kohl’ün ortak girişimi ve Jacques Delors’un önerisiyle Avrupa Politikası yolunda sonuca götüren adımın atılması için Berlin Duvarının yıkılmasını ve Demir Perde’nin kalkmasını beklemek gerekecektir. 1992’de imzalanan Maastricht Antlaşması, topluluk çerçevesindeki yeni adı “Birinci Ayak” olan, Jacques Delors’un bizzat başkanlığını yaptığı bir kurul tarafından hazırlanan Ekonomik ve Para Birliğini kurarak ve bu birlikten, Dış Güvenlik ve Ortak Güvenlik Politikasını başarıya ulaştırmak için “İkinci Ayak”, ve İç Güvenlik ve Adalet Konusunda Devletlerin İşbirliğini oluşturan “Üçüncü Ayak” olmak üzere, hükümetlerarası yöntemle oluşturulan başka iki ayak daha yaratarak Avrupa Politikası konusunda iki yönden başarıya ulaşmıştır.
Bu çalışmaların verimi yine de tam olarak alınamayacak ve 1996 yılından itibaren başlatılan hükümetlerarası yeni bir konferans (CIG) yoluyla tamamlanması gerekecektir. 1997’de sonuçlanan bu konferans, Fransa’nın, serbest dolaşım ve Avrupa Devletleri yurttaşlarının güvenliği, halk sağlığı, çevre konularında, ve hatta Dış ve Ortak Güvenlik Politikası (PESC) için bir üst düzey temsilciliği oluşturarak dış politika alanında olduğu gibi özellikle çalışma politikalarındaki eşgüdümüyle toplumsal konulardaki etkisiyle önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Buna karşılık bu konferans, gelecekte Birliğin Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini içine alacak şekilde yapacağı genişleme için gerekli olan kurumlar reformu konusunda başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu yüzden de Aralık 2000’de Fransa’nın başkanlığında, 26 Şubat 2001’de imzalanan Nice Antlaşmasının doğmasına yol açan hükümetlerarası yeni bir konferans toplanması karara bağlanmıştır.
Nice Antlaşmasının başlangıçtaki amacı genişlemiş bir Avrupa’da işlerin düzgün gidebilmesi için gerekli kurumsal yeniliklerin yapılmasıydı. Oysa ki, hatta Fransa’nın önerilerine kıyasla en alt düzeyde elde edilmiş olan bu yeniden başa dönme kararı, sonunda son ön koşulu genişlemeden çıkardı. Ama çok önemli başka politik ilerlemeler kaydedildi. Bunlar arasında özellikle, Saint-Malo Fransa-İngiltere anlaşmasından sonra Avrupa Savunmasını geliştirmek için, Konsey’in yetkisi altında kriz yönetiminin kontrolü ve stratejik idaresi ile görevlendirilen Siyasal Güvenlik Komitesinin kurulması ve Avrupa Birliği tarafından daha önce Batı Avrupa Birliği’nde (UEO) alt antlaşmalarla yapılan Petersbourg Kurullarının yeniden benimsenmesi vardır. Kuşkusuz Nice Anlaşması askıdaki tüm sorunları çözmemiştir. Ama Antlaşmaya eklenen, Birlik’in geleceğiyle ilgili Bildiri, çalışmaların devamı için bir çalışma programı ve takvimi belirlemektedir.
Bu program ve takvimde, 2004’te hükümetlerarası yeni bir konferans tarafından Politik Birlik’in geliştirilmesi için gereken kararların alınması öngörülmektedir. Böylece 2000 yılı Mayıs ayında Alman Dışişleri Bakanı Joschka Ficher’in Avrupa Devletler Konfederasyonunun gerçek bir Konfederasyon’a dönüştürülmesi, arkasından yine 27 Haziran 2000’de Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın bir Anayasa hazırlanması yönündeki beyanatlarıyla canlanan genişleme tartışması yeniden ele alınıp zenginleştirilecektir. Bu tartışma Fransa’da yeni bir yoğunluk kazanacaktır. İçerdiği sorular Fransa’nın, hem Ulus-Devlet kültürel mirasına dayalı uzun bir tarihe sahip olması nedeniyle, hem de, IV. ve V. Cumhuriyetler döneminde bir Avrupa gücü oluşturma eğilimindeki birbirini izleyen hükümetlerce verilen sözler nedeniyle ister istemez büyük yankılarla karşılaşacaktır.
Bir Ulus-devletler federasyonuna doğru
Gerçekten de bu tartışmalardan, Maastrich Antlaşmasının onaylanmasıyla ilgili halkoylaması esnasında aşırı sağ tarafından kötüye kullanılan gizli Avrupa kuşkuculuğuna ve son zamanlarda gözüken ”Ulusal Cumhuriyetçi“ akımına tepki ve yanıt olarak Jacques Delors’un geliştirdiği ”Ulus Devletler Federasyonu” kavramı ortaya çıkmıştır. Ulus devletler deyimi kullanılmaktadır ; zira bu devletler hâlâ yurttaş dayanışmasının en yoğun biçimde kendini gösterdiği ve demokrasi uygulamasının uzun zamandan beri yerleşmiş olduğu bir yapı olarak varlığını sürdürmektedir. Ama federasyon deyimi ile eğer Avrupa Birliği için çok gerekli politik birliği kazandırmak ve kendisini tek ağızdan ifade etmesini sağlamak isteniyorsa mümkündür. Oysa, birlik yolundaki Avrupa’ya özgü bir yöntem için sürdürülen bu arayış, yürütme erki tarafından korunduğundan başka Fransızlardan da olumlu tepki topluyor gibi gözükmekte ve sağ sol ayrımı Avrupa bağlantısıyla aşılmış olan hükümetteki büyük partilerden de kabul görüyora benzemektedir. Nice Antlaşmasına eklenmiş olan Avrupa’nın geleceğiyle ilgili Bildiri’nin açtığı tartışma, bu yönelimin Devlet Başkanının ve hükümetin 2004 yılında kabul edecekleri konumu telkin edip etmeyeceğini bilebilmemizi sağlayacak ve 1950’li yıllarda başlayan bir sürecin tamamlanması amacıyla halk oylaması ve parlamento yoluyla onaylanabilecektir.
Geriye, o vakit geldiğinde, Fransa’nın bu kavramın arkasına neyi koymaya hazır olacağını bilmek kalıyor. “Bir zamanlar De Gaulle“ adındaki kitabının III. cildinde Alain Peyrefitte, İngiltere’nin Avrupa Topluluğuna adaylığı sırasında, o sırada başbakan olan Georges Pompidou’nun, Büyük Britanya’nın Topluluğa girmesinin Avrupa Serbest Dolaşım Birliği’nin diğer ülkelerine de bu kapıyı açma tehlikesini doğuracağına, bunun da zafiyeti önlemek için Kurul’un yetkilerinin artırılması zorunluluğunu getireceğine dikkat çektiğini, “Zaten biz de bunu istemiyoruz” diye eklediğini anlatır. Oysa, Fransa’nın ve Kurul’un tarafsız bağdaşmaları Avrupa’yı geliştirirken çoğunlukla ülkelerin çıkarlarına hizmet etmişse de bugün hala ulusal yönetimlerde böyle bir çekincenin tümüyle ortadan kalkmış olduğu söylenemez.
Her ne olursa olsun, yarım yüzyılda Fransa’nın Avrupa’yla bütünleşmesi büyük ölçüde garantilenmiştir. Ve Fransa yine de Birlik’in federe bir devleti olmaksızın, kurumlarında ve siyasal yaşamında Birlik’e üye olmasının şiddetli etkisine maruz kalmıştır. Yurttaşlar 1 Ocak 2002’den itibaren madeni ve kağıt euroların günlük yaşamlarına girişiyle bunun daha iyi farkına varacaklardır. Ama şimdiden Anayasaya da geçen bazı noktaların altını çizebiliriz.
Birlik üyesi bir devlet olarak cumhuriyet
Ne gariptir ki, Fransız Anayasası Avrupa konusunda kırk yıl boyunca sessiz kalmıştır, ve 25 Haziran 1992 Anayasasının Anayasa metnine yeni bir Fasıl (Fasıl 15) ekleyebilmesi için, Anayasa Kurulu’nun Maastrich Antlaşmasından yana değişiklik kabulü ile Antlaşmanın onaylanması koşullarını hazırlaması gerekecektir. Artık, bu fasıl gereğince, 88-1 maddesinde şöyle belirtilmektedir : “Cumhuriyet, Toplulukları ve Birliği kuran Antlaşmalar gereğince, özgür olarak yetkilerinden bazılarını birlikte uygulamayı kabul eden devletlerden oluşan Avrupa Topluluklarına ve Avrupa Birliğine dahildir.“ Bundan başka, halk oylaması yoluyla, Fransız Ulusu 20 Eylül 1999’da Maastrich Antlaşmasını onaylamıştır. Ve daha 1983’den başlayarak François Mitterand’ın mali ve parasal seçimleriyle ön hazırlıkları yapılmış olan genel yürütmeyle ilgili bu seçim hiç muhalefet görmemiştir.
Anayasanın 15. Faslı aynı zamanda Avrupa Birliği Konseyi karşısında Meclisler yararına, parlamento istisnası çekincesinin işletilmesi gereken koşulları da belirlemekte ve belediye seçimlerinde, belediye sakinlerinin seçme ve seçilme haklarının hangi prensiplere göre uygulanacağını ortaya koymaktadır. 25 Ocak 1999’da yapılan ikinci bir Anayasa değişikliği ile Amsterdam Antlaşmasıyla öngörülen yetki aktarımına izin verilmesi koşulları eklenmiştir. Ama gerçekte devlet yetkileri düzenlenirken, bu değişiklikler sonucunda Avrupa’yla uyumun etkilerine maruz kalınacağı öngörülememişti. Ayrıntılara girmeden, topluluk hukukunun gelişmesinin Parlamento’nun yasama alanını daralttığını, buna karşılık, Cumhurbaşkanının Avrupa Konseyine katılmasının, koalisyon dönemi de dahil olmak üzere, Ulus politikasının izlenmesinde müdahale olanağının genişletilmesine katkısını artırdığını belirtmekle yetinelim. Bu, Avrupa alanının iç politikaya ait alanları giderek daha fazla ilgilendirmesi olgusuna bağlıdır. Avrupa alanı aynı şekilde, topluluk yönetmeliklerine (tüzüklerine) ve emirlerine uyulmasının sağlanmasıyla görevli ulusal yönetimlerin ve yargı kurumlarının çalışmalarına giderek artan biçimde nüfuz etmektedir. Buna karşılık, kamuoyunun gözünde, Fransız milletvekillerinin Avrupa Parlamentosuna seçilme biçimi, kendilerine yakışan yeri elde etmelerini henüz sağlamamıştır -Strasbourg Kurulu başkanlık makamının peş peşe bir erkek, Pierre Pflimlin ve iki kadın, Simone Veil ve Nicole Fontaine, Fransız tarafından doldurulmuş olmasına karşın.
Büyük Avrupa düşüncesiyle karşılaştırıldığında Fransa
Almanya’nın yeniden birleşmesi ve Avrupa’nın genişlemesi karşısında Fransa’nın yabancı politikasının bazen gereğinden fazla sakınımlı tutumlar izlediği gözlenmiştir. İlki, yani Almanya’nın yeniden birleşmesi, Fransa’yı para birliği sürecini hızlandırmaya ve Avrupa’nın babalarının, özellikle Robert Schuman, Konrad Adenauer ve Alcide de Gasperi’nin, daha 50’li yılların başında kabul ettikleri ilke olan, paranın en baş partneriyle temsil eşitliğini Avrupa kurumlarında savunmaya itmiştir. İkincisi, yani Avrupa’nın genişlemesi, Birliğin genişlemesiyle ilgili çalışmaların derinleştirilmesine öncelik vermeye götürmüştür. Ve bugün, asıl sorun otuz hatta daha da fazla ülkeyi birleştiren bir Avrupa’nın, içlerinden bazılarının mevcut topluluk deneyimine bile ayak uydurmakta güçlük çekerken, Ulus Devletler Federasyonu olarak yapılanıp yapılanamayacağını bilmek veya değişik coğrafyaya sahip bir Avrupa’da uyumun bozulmasını önlemek için siyasal bir ağırlık merkezi kurulmasının gerekli olup olmayacağının anlaşılmasıdır.
Özellikle İngilizlerin çekimserliklerinin ekleneceği daha ileri bir uyum karşısında daha ayrışık öğelerden oluşmuş bir Birlik’in meydana getirilmesi görüşü, Fransa ve Almanya’yı Amsterdam Antlaşması sırasında daha o zamandan Birlik’le ilgili Antlaşma’ya daha yoğun işbirliği gerektiren ve Birlik kurmayı dileyenlerin bazı alanlarda diğerleri tarafından kısıtlanmaksızın uyumu ilerletmelerini sağlayacak bir düzenleme getirmeye itmiştir. Ama bu düzenleme Nice Antlaşması ile esnekleştirilmiş olarak bile, bu alan işbirliğinden başka bir şeyi harekete geçirebilecek midir ? Fransızların endişesi bağlılığı azaltabilecek bir farklılaşma sürecinin Birlik’i içine sokabileceği zamana yayılma tehlikesiyle ilgilidir. İşte bu tehlikeyi önlemek için Jacques Delors (Avrupa Komisyonu eski Başkanı) öncülük düşüncesini öne sürmüş, Cumhurbaşkanı da 2000 yılı Haziran ayında Bundestag’da yaptığı konuşmasında öncü grubu düşüncesini bildirmiştir. Özetle ortaya çıkan soru, otuz devletli bir Avrupa’nın, içinde, uyumda daha hızlı ve daha ileri gitmek isteyecek ve bunu başarabilecek bir devletler grubu oluşmaksızın uluslararası arenada politik bir gücün ortaya çıkmasına yardım edip edemeyeceğinin bilinmesidir. Jacques Delors, yoğunlaştırılmış işbirliğinin bu sorunun çözülmesini sağlayamayacağı tezinde, kendi bünyesinde bir ”antlaşma içinde antlaşma“ geliştirmesinin yararı hakkında Birlik’in kendisini sorgulamasını önermiştir. Başka kişiler de bu tür ağırlık merkezlerinin hükümetlerarası bir temele dayalı olarak çalışmasıyla yetinilebileceğini düşünüyorlar.
Geleceğe dair dört soru
Şu halde, Fransa için olduğu kadar, Birlik üyesi diğer devletler için de 2004 yılına kadar yanıtlanmasına çalışılması gereken pek çok soru ortada kalmıştır. Nice Antlaşmasında Birlik’in geleceği hakkındaki Bildiriyle başlayan süreç, düşünülecek dört konuyu dile getirerek tartışmanın ana noktalarını şimdiden ortaya koymaktadır : Birlik bünyesindeki farklı önemliliğe sahip düzeyler arasındaki yetkilerin açıklığa kavuşturulması ; Avrupa değerlerini kesinleştirmek için Temel Haklar Yasasının Hukuki Statüsü ; satır aralarında kendini belli edecek bir Anayasa hazırlanması sorunuyla antlaşmaların sadeleştirilmesi ve açıklığa kavuşturulması ; ve son olarak ulusal parlamentoların işlevi. Bu dört soru Birlik’in gelecekteki kurumsal mimarisinin aydınlığa kavuşturulmasına katkı sağlıyor ama Birlik’in geleceği konusundaki tartışmayı sona erdirmiyor. Olası yeni bir antlaşmayla sonuçlanabilecek yolların araştırılması gerekecektir. Kendi içinde bir ”Avrupa Anayasası” düşüncesi Fransa tarafından artık reddedilemez. Geriye, ona hangi içeriğin kazandırılacağını bekleyip görmek kalıyor. Başka bir deyişle, bu Anayasa Avrupa’nın yetkilerini sınırlandıracak mı yoksa yayacak mı, bunu görmek. Anayasa’nın, Fransa’nın bundan böyle geri dönülmez biçimde taraf olduğu ve oluşmasında ta başından beri Fransa’yı kurucu ülkelerin en baş sırasına yerleştiren bir rol oynadığı ve açıklanmasına gene yakın zamana kadar Avrupa Temel Haklar Bildirisini geleneklerine uygun biçimde gerçekleştirerek katkıda bulunduğu kamusal alanı son aşamasına kadar tamamlayıp tamamlamayacağını tarih gösterecektir.
Avrupa’nın kuruluşu : Daha ancak ellinci yılına ulaşmış tarihî kapsamda sonuç doğurabilecek bir macera. Yine de, coşkulu ve hareketli dönemlerden geçilerek ama beklenmedik sarsıntılar ve bunalımlar pahasına da olsa çok yol kat edilmiştir. Şunu söylemekten korkmayalım : Fransızlar, kendilerini Avrupa düzeyine ülkelerine özgü gelenekleri ve kavramları yansıtmak istemekle suçlayanların acı sözlerini hak etmeseler de, Fransa bu girişime çoğunlukla esin ve yön vermiştir. Fransa hiçbir zaman, kendisini diğer üye devletlerin isteklerine açık tuttuğu ve Avrupa anlayışının evrensel değerlerinin taşıyıcısı olduğunun ortaya çıktığı zamanki kadar Avrupa’nın hizmetinde olmamıştır. Onsuz tohumun öldüğü bu ortak gelecek anlayışı Büyük Avrupa’da, Avrupa’nın kültür hazinesini besleyen tüm ülkeler tarafından paylaşılmıştır ve paylaşılmaktadır.
Jean-Louis Querm
26 Mart 2010 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder