26 Mart 2010 Cuma

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Fransızca

Resmi dili:Fransızca ve İngilizce

Uluslararası bir teşkilat olan Avrupa Konseyi'ne bağlı olarak kurulmuş uluslararası bir mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleriyle güvence altına alınmış olan temel hakların çiğnenmesi durumunda bireylerin, birey gruplarının, tüzel kişiliklerin ve diğer devletlerin, belirli usulî kurallar dahilinde başvurabileceği bir yargı merciidir. Avrupa Konseyi'ne üye olan ve aralarında Türkiye, Rusya, Sırbistan, Gürcistan ve Azerbaycan'ın da bulunduğu 47 Avrupa devleti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yargı yetkisini tanımaktadır.
Avrupa Birliği'nin günümüzde Avrupa Konseyi'ne ait bayrağı kullanıyor olması çeşitli kafa karışıklıklarına yol açmakla birlikte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Birliği'nin değil, hemen hemen tüm Avrupa devletlerinin üyesi olduğu ayrı bir uluslararası teşkilat olan Avrupa Konseyi'nin organıdır. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihadı, Avrupa Birliği için de olmazsa olmaz asgari standartları oluşturmaktadır.

Yalçındağ, Fransa'dan destek bekliyor.

TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Türkiye için tek ayrıcalıklı konumun dünyada yükselen bir AB'nin üyesi olmak olduğunu söyleyerek, Fransa'dan beklenilenin de rasyonel ve vizyon sahibi bir yaklaşımla AB'nin Türkiye'ye doğru genişlemesine önderlik etmek olduğunu vurguladı.
Fransa- Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Fransa'da"Türkiye Mevsimi" çerçevesinde Paris'te düzenlenen "Fransa ve Türkiye Ortaklığı, Avrupa ve Dünya'da Daha Güçlü Olmak" konferansının açılışında bir konuşma yaptı.
Yalçındağ konuşmasında, Türkiye için tek ayrıcalıklı konumun Dünya'da yükselen bir AB'nin üyesi olmak olduğunu ifade eden Yalçındağ, "Küresel ekonomik rekabet gücünü arttırabilen, kurumları etkin işleyen, siyasal tutarlılığını koruyabilen bir AB'nin üyesi olmayı umuyoruz. İrlanda'da gerçekleştirilen referandum sonucunun olumlu çıkması bu yönde atılmış bir adımdır" dedi. AB üyesi ve AB hukuku, standartları ve normlarını benimseyen bir Türkiye'nin AB ve dünyadaki güçlenen etkisinin ve rolünden bahsedildiğine işaret eden Yalçındağ, "Dünya kamuoyunun gözünde Fransa'dan beklenenin, rasyonel ve vizyon sahibi bir yaklaşımla, AB'nin böyle bir ülkeye genişlemesine önderlik etmektir" diye konuştu.
"Tarihte iki ülke hep sıcak ilişkiler içerisinde oldu"

Konuşmasında Türkiye ile Fransa'nın tarihte hep sıcak ikili siyasi ilişki içerisinde olduklarına değinen Yalçındağ, iki ülkenin birçok Avrupa ülkesinin aksine birbirleriyle nadiren çatışma yaşadıklarını dile getirerek, "Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda Fransa'dan ilham alınmıştır. Fransız aydınlanması ve modernliği esin kaynağı olmuştur. Günümüz dünyasında ise ekonomik, sosyal ve kültürel küreselleşmenin getirdiği zorluklar her iki ülkenin tarihi bağlarını derinleştirmesinin önemini bir kez daha hatırlatmaktadır" diye konuştu.
lişkileri güçlendirmek için Instıtud Bosphere kuruldu

AB gündemindeki siyasi ekonomik ve sosyal konuların ele alınmasında Türkiye olarak aktif rol almak ve Fransa özelinde bu amaca yönelik çalışmalarda bulunmak üzere Institut du Bosphore adlı düşünce kuruluşunu oluşturduklarını söyleyen Yalçındağ, iş, siyaset, akademi dünyasından üst düzey Türk ve Fransız temsilcileri bir araya getiren bu enstitünün misyonu, Fransa ve Türkiye arasındaki ilişkileri güçlendirmek, süregelen diyaloğu ve müzakere sürecini geliştirmek olarak özetledi.
"Küresel kriz nedeniyle dünya siyaseti yenden şekilleniyor"

Yalçındağ konuşmasında tarihi bir dönemden geçildiğini belirterek, "Küresel ekonomik kriz ciddi ekonomik sonuçlar doğuruyor ve dünya siyasetini oluşturan stratejilerin yeniden şekillenmesine de yol açıyor. Finans sistemi, bilgi toplumu ve yeni enerji devrimi ile dünyada yepyeni bir ekonomik düzen gelişiyor. Daha rekabetçi, teknoloji odaklı ve çevreye duyarlı bir ekonomiye doğru gidiyoruz" dedi.
"En önemli gündem maddesi, uluslarası yönetimin nasıl olacağı"

Gelişmekte olan yeni küresel ekonomik ortamın uluslararası yönetiminin nasıl oluşacağının en önemli gündem maddelerinden birini oluşturduğunu vurgulayan Yalçındağ, "Avrupa Birliği'nin kıtamızdaki entegrasyon deneyimi, ABD ile AB arasındaki Transatlantik Ortaklık, G8 ve G20 gibi kurumsal deneyim birikimleri bu çerçevede son derece önemli" diye konuştu.
"AB'nin 21'inci yüzyılda etkinliği için çok daha geniş bir birliğe dönüşmesi gerekli"

AB'nin 21'inci yüzyılda etkisini sürdürebilmesi için çok daha geniş bir, tek pazara ve tutarlı bir siyasal birliğe dönüşmesi gerektiğine dikkat çeken Yalçındağ, 21'inci yüzyılın Avrupa'nın karşısına çıkardığı sorunları kazanımlara dönüştürmenin mümkün olduğunu ifade etti. Ancak bunun olabilmesi için AB'nin değişen dünyada küçülmemesi, aksine etki alanlarını genişletmesi gerektiğini söyleyen Yalçındağ açıklamasına şöyle devam etti: "Kuşkusuz söz konusu olan, AB'nin demokratik değerlerinin, tek pazarının ve politikalarının etki alanının genişlemesidir. Birçok önde gelen AB liderinin, akademik raporun ve son olarak da eski Finlandiya Cumhurbaşkanı ve Nobel Barış Ödülü sahibi Ahtisaari başkanlığındaki bağımsız grubun belirttiği gibi, AB'nin Türkiye'ye genişlemesi de işte bu açıdan belirleyici bir etkendir."

"Türkiye'nin AB'yle uyumlu daha güçlü bir demokrasiye kavuşması en önemli ödev"
Türk iş dünyası olarak, bu iki boyutlu hedef için kararlılıkla çalışmaya devam edeceklerini açıklayan Yalçındağ, birinci boyutun Türkiye'nin AB'yle uyumlu daha güçlü bir demokrasi, ekonomi ve toplumsal yapıya kavuşması olduğunu belirtti. Bunun öncelikli ödevleri olduğunu söyleyen Yalçındağ, ikinci boyutun ise AB'nin Türkiye'ye de genişleyerek küresel düzende daha çok güç kazanması olduğunu vurguladı.

Fransızca Hakkında Genel Bilgiler

Dil Ailesi: Hint-Avrupa
Alt Grup: Latin Kökenli.
Ülke Profilleri: Fransızca
Benin, Burkina Faso, Kamerun, Merkezi Afrika Cumhuriyeti, Çad, Kongo Cumhuriyeti, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Cibuti, Gabon, Guinea, Fildişi Sahili, Madagaskar, Mali, Moritanya, Nijerya, Ruanda, Senegal, Tago, Cezayir, Tunus, Fas.
Afrika'daki Fransızca konuşulan toplam yerleşim alanı ABD'den daha büyüktür. Fransızca'nın resmi dil olarak konuşulduğu 18 Afrika ülkesi vardır. Bu ülkelerdeki toplam nüfus 254.000.000 kadardır. Diğer ülkelerin, mesela Mısır'ın 'Agence Intergouvermentale de la Francophonie' ile resmi bağlantıları vardır. Frankofon Afrika'nın ÇOĞU KISMINDA Fransızca doğrudan ya da dolaylı olarak bu büyük kıtada çeyrek milyar insanın iletişim aracıdır.
Neden Fransızca?
Fransızca eğitimi size çok uluslu edebi eserlerle karşılaşma olanağı sağlar ve böylece edebiyat, tarih, felsefe ve sanata karşı hayranlığının artmasına neden olur.
Fransızca dünyanın en çok bilinen dillerinden biridir, uluslararası toplumların ve diplomasinin dili olarak tek rakibi İngilizce'dir. Fransa'da konuşulmasının yanı sıra Belçika, İsviçre ve Kanada, Lüksemburg, Haiti, 15'ten fazla Afrika ülkesi, St. Pierre ve Mıquelon (New-foundland'ın dış kıyısı), Guadelope ve Martinique (Karayipler'de), Fransız Guyanası (Güney Amerika), Reunion (Hint Okyanusu), Yeni Kaledonya ve Tahiti (Güney Pasifik)'nin resmi dillerinden birisidir. Ayrıca, Fransızca birçok ülkenin resmi olmayan ikinci dili olarak konuşulmaktadır, bunların arasında Fas, Tunus, Cezayir, Lübnan, Suriye, Kamboçya, Laos ve Vietnam yer alır. 75 milyon insanın anadilidir, kayda değer bir seviyede de ikinci dil olarak konuşulmaktadır.

Fransızca, Latince kökenden gelen Roma dillerinden biridir. Fransa'da Latince'nin izlerinin ilk olarak görülmesi (sonradan Gaul denildi) Sezar'ın bölgeyi M.Ö. 58-51 periyodunda istila etmesine dayanır. Gaul Roma İmparatorluğu'nun en önemli ve en zengin bölgelerinden biri olmuş ve Latince, çeşitli Keltik (Gaulish) lisanlarının yerini almıştır. Birçok yeni ağız ortaya çıkmış, fakat tarih kuzeyin tarafını tutmuş ve Paris 12. yy'da Fransa'nın başkenti olmasıyla birlikte Fransızca diğer diller yanında daha fazla öneme sahip olmustur. 17., 18. Ve 19. yy'da Fransızca bir dil olarak üstündü, fakat 20. yy'da İngilizce tarafından kısmen karanlığa gömüldü. Fransızca Birleşmiş Milletler'in altı resmi dilinden biridir.

Fransız alfabesi İngilizce ile aynıdır, 'w' sadece yabancı kelimelerde görülür. E harfi üzerinde uzatma işareti kullanılır. Mesela, pe're-father, e'te'-summer, e'le've-pupil, a'me-saul. "Ç" harfi kullanılır ve a, o ya da u'dan önce gelirse k sesi yerine s sesini verir (leçon-lesson-ders).

Fransızca'da sessiz harfler çoktur, özellikle kelimelerin sonlarında (Hommes 'um', amient 'em' olarak telaffuz edilir). Fakat, normal olarak okunmayan son sessiz harf, sesli harfle başlayan bir kelimeyle devam ederse genellikle okunur. Bu süreçte (bitişme) sessiz harf, takip eden kelimenin ilk hecesinin bir parçası olur. Böylece 'il est assis' (he is seated) 'e-le-ta-se' şeklinde telaffuz edilir. Fransızca telaffuzun İngilizce'ye oldukça benzeyen kurallar gerektirmesine rağmen, bu dilin gerçek seslerinin çıkarılabilmesi İngiliz bir konuşmacı için oldukça zordur. İyi bir Fransızca aksanı kolaylıkla elde edilebilecek bir meziyet değildir.

Batı dünyasının iki önemli dili olarak Fransızca ve İngilizce doğal olarak bazı kelimeleri birbirlerine kazandırmışlardır. Norman Fransızcası'nın İngiliz dili üzerindeki büyük etkisi zaten tartışılmakta olan bir konudur. Fransızca'nın İngilizce'ye son yıllardaki etkisi -Fransızca telaffuza en yakın şekilde- şu kelimeleri ve ifadeleri içerir: hors d'ouvre, a'lacarte, table d'hote, en route, en masse, rendezvous, carte blanche, savoir-faire, fauxpas, fait accompli, par excellence, bon vivant, joie de vivre, raison d'e'tre, coup d'e'tat, nouveau riche, esprit de corps, laissez faire, charge' d'oftaires, pie'ce de re'sistance ve R.S.V.P.

Fakat son yıllarda olay tersine gelişmeye başladı. Dilde kesinliği destekleyen grubu dehşete düşürecek şekilde Fransızca o kadar çok fazla sayıda İngilizce kelime tarafından istila edildi ki, ortaya çıkan bu yeni anlaşılmaz dile 'franglais' adı verildi; francois (fransızca) ve anglais (İngilizce)'nin birleşimi. Yüzlerce örnekten bazıları: le hamburger, le drugstore, le week-end, le strip-tease, le pull-over, le tee-shirt, les chewing gum, les black jeans, le snack-bar, ve la cover-girl. Bunlardan çoğu Fransız Akademisi tarafından reddedildi, fakat orada bile kabul edildiği görülebiliyor. Son zamanlarda Akademi 'le pipeline' ve 'le bulldozer'in Fransızca'ya girmesini onayladı, fakat katı kurallara göre. Tabii ki bunlar peep-leen ve booldo-zair şeklinde telaffuz edilecektir.

Avrupa Konseyi ve Fransızca

Konsey'in resmî dilleri İngilizce ve Fransızca'dır.
Avrupa Konseyi'nde 47 üye ülke bulunmaktadır. Türkiye, anlaşmayı 1949 yılında imzalamıştır.
(İngilizce: Council of Europe; Fransızca: Conseil de l'Europe) 1949 yılında Avrupa çapında insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunmak amacıyla Avrupa çapında kurulmuş hükümetler arası bir kuruluştur. Avrupa Birliği'nden farklı bir örgütlenmedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Avrupa Konseyi'ne bağlıdır. Avrupa Konseyi'ne Belarus, Kazakistan, Kosova ve Vatikan hariç tüm Avrupa ülkeleri üyedir. Oysa Avrupa Birliği sadece 27 üyeli bir birliktir. Avrupa Konseyi'nin Avrupa Birliği ile karıştırılmasının en önemli sebebi olan Avrupa bayrağı, esasında Avrupa Konseyi'ne aittir. Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi'nin izniyle aynı Avrupa bayrağını kullanmaktadır.

Kuruluş
5 Mayıs 1949’da 10 ülke - Belçika, Danimarka, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, İsveç ve İngiltere - merkezi Strasbourg olmak üzere Avrupa Konseyi’ni kuran antlaşmayı imzalamıştır. Şu an Avrupa Konseyi'nde 47 üye ülke bulunmaktadır. Türkiye, anlaşmayı 1949 yılında imzalamıştır. Konsey'in çalışma alanları insan hakları, medya, hukuki işbirliği, sosyal dayanışma, sağlık, eğitim, kültür, spor, gençlik, yerel demokrasiler, sınır ötesi işbirliği, çevre ve bölgesel planlamadır.
İlgi Alanı
Kurum Avrupa Birliği ile herhangi bir organik bağı bulunmayan ayrı bir uluslararası teşkilattır. Ancak günümüzde Avrupa Birliği'nin Avrupa Konseyi'ne ait bayrağı kullanıyor olmasının yanı sıra, Avrupa Konseyi ile AB'nin yakın işbirliği söz konusudur. Birçok ülkede Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi'nin müşterek projeler gerçekleştirilmektedir. Avrupa Konseyi, AB Bakanlar Konseyi ile de karıştırılmamalıdır. Konsey'in bütçesi üye ülkelerin nüfus ve GSMH'sına göre hesaplanan katkılarından oluşmaktadır. 2002 yılı bütçesi yaklaşık olarak 169 milyon Avro'dur. Konsey'in resmî dilleri İngilizce ve Fransızca'dır. Konsey Genel Sekreterliği'ni 2009 yılında 5 yıllığına seçilen Thorbjorn Jagland yürütmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
AİHM Avrupa Konseyi'ne bağlı bir kurumdur.
İnsan hakları kavramı, genel olarak, kişilerin insan olmaları nedeniyle insanlık onuruna uygun olarak sahip oldukları haklar bütünüdür. Geniş anlamıyla içhukukta temel haklar ve kamu özgürlüklerin tümünü ve uluslararası hukukta öngörülen ve korunan hakları kapsar. Bu haklar tüm insanları ilgilendirdiğinden, bu hakların uluslararası alanda koruma altına alınmaları gerekmiştir. İnsan haklarının korunmasına dair ilk uygulamalar daha çok ulusal düzeydedir. İnsan haklarının uluslar arası düzeyde korunması çalışmalarına 19.yüzyıl sonları ve 20.yüzyılda rastlanmaktadır. Uluslararası hukukun insan haklarını genel bir biçimde ele alması Birleşmiş Milletler antlaşması ile gerçekleşir. Bu andlaşma insan haklarından çokça sözetmesine rağmen , bu hakların neler olduğuna dair bir açıklama içermez. Bu nedenle Ekonomik ve Sosyal Konseye bağlı olarak bir İnsan Hakları Komisyonu kurulmuş ve bu konuda çalışma yapmakla görevlendirilmiştir. Komisyon bu amaçla hazırladığı tasarıyı 12.12.1948 günü Genel Kurul’un bir kararı ile İnsan Hakları Evrensel Bildirisi olarak kabul etmiştir. Bu bildirinin B.M. Genel Kurul kararı olarak kendiliğinden bağlayıcı niteliği bulunmaması ve herhangi bir güvence mekanizmasını düzenlememesi nedeniyle, bildiriden sonraki gelişmeler bu kusurları gidermeye yönelik olmuştur. Bu çerçevede iki düzeyde yeni düzenlemelere rastlanmaktadır. Bu düzenlemeler: Evrensel düzeyde “Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Sözleşme” ve “Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklara İlişkin sözleşme”, bölgesel düzeyde “Amerika Afrika İnsan Hakları Sözleşmesi” ve “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” ile gerçekleştirilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi diğer antlaşmalardan farklıdır.O yüzden de insan haklarının anayasası olarak ele alınan da diğer sözleşmeler değil Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir. Bu farklılığı sağlayan özellikler ; metindeki maddelerin açıklığa sahip olması , kesin ayrıntılı , doğrudan uygulanabilir kurallar olmasıdır.

Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi
Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi Avrupa Konseyi'nin danışman organıdır ve Avrupa Konseyi içinde mahalli yönetimleri temsil ederek yerel demokrasiyi destekler. Biri yerel yönetimler odası, diğeri de bölgesel yönetimler odası olmak üzere iki meclise bölünmüştür, bir sekreterlik ve kongre tarafından 5 yılda bir seçilen bir genel sekretere sahiptir.
Üye ülkeler
5 Mayıs 1949'daki kuruluşta 10 üye vardı:
Belçika
Birleşik Krallık
Danimarka
Fransa
Hollanda
İrlanda
İsveç
İtalya
Lüksemburg
Norveç

Katılım tarihine göre ülkeler:


Avrupa Konseyi'ne üye

Türkiyea
9 Ağustos 1949

Yunanistana
9 Ağustos 1949

İzlanda
7 Mart 1950

Almanyab
13 Temmuz 1950

Avusturya
16 Nisan 1956

Kıbrıs
24 Mayıs 1961

İsviçre
6 Mayıs 1963

Malta
29 Nisan 1965

Portekiz
22 Eylül 1976

İspanya
24 Kasım 1977

Lihtenştayn
23 Kasım 1978

San Marino
16 Kasım 1988

Finlandiya
5 Mayıs 1989

Macaristan
6 Kasım 1990

Polonya
26 Kasım 1991

Bulgaristan
7 Mayıs 1992

Estonya
14 Mayıs 1993

Litvanya
14 Mayıs 1993

Slovenya
14 Mayıs 1993

Çek Cumhuriyeti
30 Haziran 1993

Slovakya
30 Haziran 1993

Romanya
7 Ekim 1993

Andorra
10 Kasım 1994

Letonya
10 Şubat 1995

Arnavutluk
13 Temmuz 1995

Moldova
13 Temmuz 1995

Makedonyac
9 Kasım 1995

Ukrayna
9 Kasım 1995

Rusya
28 Şubat 1996

Hırvatistan
6 Kasım 1996

Gürcistan
27 Nisan 1999

Azerbaycan
25 Ocak 2001

Ermenistan
25 Ocak 2001

Bosna-Hersek
24 Nisan 2002

Sırbistand
3 Nisan 2003

Monako
5 Ekim 2004

Karadağ
11 Mayıs 2007


a Avrupa Konseyi kurucu üyesi sayılır.
b 1950'de Batı Almanya ve Fransız işgalindeki Saar, ortak üyeler oldular. 1951'de (Batı) Almanya tam üye olurken Saarland, federal cumhuriyete 1955'te bir referandumdan sonra razı oldu ve 1956'da ortak üyelikten çekildi. Sovyet işgalindeki Doğu Almanya, daha sonra Demokratik Almanya Cumhuriyeti, hiç bir zaman Avrupa Konseyi'ne üye olmadı. 1990'daki Alman yeniden birleşmesi'nden sonra, Doğu Almanya'daki beş Länder (yani bölge) Almanya Federal Cumhuriyeti'ne katıldı ve Avrupa Konseyi'nde temsil edilmeye başlandı.
c "Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti" adı altında katıldı (tırnak işareti içinde).[1] Çoğu ülke, ülkeyi anayasal ismiyle tanır.
d Başlangıçta Sırbistan-Karadağ olarak katıldı.

Avrupa Konseyi'ne aday ülkeler:
Belarus

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi nezdinde gözlemci statüsü taşıyan ülkeler:
Vatikan
7 Mart 1970

Birleşik Devletler
10 Ocak 1996

Japonya
20 Kasım 1996

Meksika
1 Aralık 1999

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi nezdinde gözlemci statüsü taşıyan ülkeler:
İsrail
2 Aralık 1957

Kanada
28 Mayıs 1997

Meksika
4 Kasım 1999

Katılabileceği halde halen başvuruda bulunmamış devletler:
Kazakistan

Vatikan

İleri bir tarihte katılma ihtimali doğabilecek devletler:
Kosova (Kosova, Avrupa Konseyi ve Avrupa Konseyi'ne üye pek çok devlet tarafından henüz tanınmamaktadır. Tüm üye devletler tarafından tanınması halinde Avrupa Konseyi'ne üye olabilecektir. Ancak Sırbistan'ın halihazırda Avrupa Konseyi'nin üyesi olması bu ihtimali güçleştirmektedir.)

Frankofon Edebiyat Festivali'nde neden Türk edebiyatçıları yok

5-16 Eylül tarihleri arasında yapılacak 6. Uluslararası Berlin Edebiyat Festivali'nin bu yılki teması Frankofon (Fransızca konuşulan) Edebiyatı.

11 gün boyunca yapılacak etkinliklerde dünya edebiyatının sayılı yazarları konuşacak, kitaplarını, edebi anlayışlarını, ülkelerinin edebiyattaki izdüşümünü anlatacaklar.

Fransızca yazan edebiyatçılar hakkında da konferanslar verilecek.

Haklarında okuma saatleri, söyleşiler düzenlenen yazarlar; Henri Michaux, Claude Simon, Samuel Beckett.

Ölümünün 10. yıldönümü dolayısıyla Fransız yazarı Marguerite Duras ile ilgili de bir belgesel gösterilecek.

Katılacak ünlü yazarlardan, bizim ülkemizde de tanınan kişiler arasında; Jostein Gaarder, Gao Xingjian, Patricia de Souza, Jorge Semprun, Feridun Zaimoğlu, Isabel Allende, Doris Lessing, Alberto Manguel yer alıyor.

FRANSIZCA YAZAN TÜRKLER KATILABİLİRDİ

ACABA Fransızca yazan yazarımız yok mu?

Edebiyatla biraz ilgilenen biri bile birçok adı anımsayacaktır.

Enis Batur, 1850 yılından bu yana Fransızca yazan edebiyatçılarımızdan bir antoloji hazırlamış.

Kimler Fransızca yazdı? Kısa bir liste sunalım:

Abdullah Cevdet, Tahsin Yücel, Osman Necmi Gürmen, Nedim Gürsel, Şehmus Dağtekin, Edip Akyel, Necdet Sander, İzzet Melih Devrim, Osman Hamdi, Yiğit Bener.

Ayrıca Frankofon edebiyattan esinlenen, bu edebiyatı iyi bilen iki şairi de unutmayalım; Özdemir İnce, Enis Batur.

Bilim dünyasından bazı adlar da Tanzimat'tan bu yana, bizim edebiyatımızı, kültür hayatımızı etkileyen Fransız kültürünü orada anlatabilirlerdi.

Tahsin Yücel, Nedret Tanyolaç, Tuğrul İnal, Kemal Özmen, Ekrem Aksoy.

Verdiğim liste, andığım adlar hiç kuşkusuz düşündüklerimin, düşünebileceklerinizin tam listesi değil.

Nobel Ödüllü Gao Xingjian'ın figüratif soyut çalışmaları sergilenecek, Uluslararası Dünya Çocuk ve Gençlik Edebiyatı tartışılacak, İslam üzerinde konuşulacak, demokrasi umudu ışığında Haiti'nin geleceğine bile değinilecek.

Feridun Zaimoğlu, Leyla romanında, genç bir kadının 1950'ler Anadolu'sunda katı gelenekler karşısındaki durumunu anlatıyordu, Festival'de de o kitabından söz edecek.

* * *

FESTİVAL'i düzenleyenlerin Türkiye'yi unuttukları kanısındayım.

dhizlan@hurriyet.com.tr

Fransız Düşünce Kuruluşundan Türkiye analizi: Türkiye Batı'yı terkediyor

Düşünce kuruluşunun Türkiye analizinde, "hayati jeopolitik çıkarlarını yeniden tanımlama sürecine giren" Ankara'nın büyük güçlerce kendisine dayatılan gündemi takip etmek yerine kendi önceliklerini belirlediği ifade edildi.
"Türkiye'nin uyanışı: Batı kampını kademeli terk ediş" başlıklı analizde, Türkiye'nin Batı'yla ilişkilerini anlamak için İsrail'le ilişkilerine bakılması gerektiği belirtilerek, İsrail'in Aralık 2008'deki Gazze saldırısının ardından önce tonunu, sonra yönelimini değiştiren Ankara'nın Tel Aviv'le diplomatik ve askeri ilişkilerinden geri adım atmaya devam ettiği kaydedildi.
Bu kapsamda "İsrail pilotlarının Türkiye'deki eğitimlerinin durdurulması ve İsrail'in Ekim 2009'da NATO tatbikatından men edilmesi" hatırlatılan analizde, "Bunun hemen ardından Suriye'yle ortak askeri tatbikat duyurusu yapan Türkiye'nin ABD'ye sadık bir müttefik ve önde gelen bir NATO üyesinden beklenen askeri ve stratejik davranışların çok uzağına düştüğü" öne sürüldü.
Soğuk Savaş döneminde, "Orta Doğu satrancında Batı'nın kalesi olmayı kabullenen" Türkiye'nin, "Sovyetler Birliği'nin yıkılışının ardından Batı'yla farklılaşan çıkarları nedeniyle Washington'un tembihlerine uymak istemediği ve son dönemde ABD'ye verdiği bir dizi olumsuz cevapla bunu gösterdiği" belirtilen analizde, "Bu durumun NATO içinde Türkiye düşmanlığını alevlendirdiği ve bazı liderlerin Türkiye'nin NATO üyeliğinin meşruiyetini sorgulamaya başlamasına neden olduğu" iddia edildi.
Öte yandan Türkiye'nin bölgesinde kendi stratejik bakışıyla geliştirdiği politikaların ABD ve NATO'nun çıkarlarına gittikçe artan oranda zarar verdiği ifade edilen analizde, buna örnek olarak, Washington'un ısrarla savunduğu İran'a yaptırım ve ambargo fikrine rağmen Ankara'nın Tahran'la iyi ilişkileri gösterildi.
Analizde, "Kısaca Türkiye-NATO ilişkileri dönüşü olmayan noktaya ulaşmak üzere. Türkiye örneği, üyelerini kontrol etmek için ne vizyonu ne de gerekli araçları bulunan NATO'nun devam eden dağılma sürecine çarpıcı bir örnek teşkil ediyor" ifadesi kullanıldı.
Türkiye'yi Batı yörüngesinde tutmak için tasarlanan bir diğer aygıt olan AB üyelik sözünün gerçekte tam tersine hizmet ettiği ileri sürülen analizde, AB katılım müzakereleriyle demokrasi güçlenirken, "ordunun kademeli olarak kışlasına geri dönmeye zorlandığı" ifadesine yer verildi.
Düşünce kuruluşu, AB üyelik müzakereleri nedeniyle ordunun güç kaybederek, "Batı'yı, Türkiye'deki en vefalı müttefikinden yoksun bırakmasını", "kaderin bir cilvesi" olarak nitelendirdi.
Türkiye'nin son dönemdeki aktif dış politikasının Ankara eksenli olduğu belirtilen analizde, şu görüşlere yer verildi:
"Vatandaşları Türk sahillerine akan Rusya'dan Ankara'nın Türkçe konuşan ülkelere yönelik proaktif ticari ve kültürel politika tatbik ettiği Orta Asya'ya, İran ve Suriye'ye kadar Türkiye, Osmanlı mirasının siyasi ve tarihi sınırları, İslam dini yakınlığı ve geçiş noktasındaki bölgesel güç olarak özel çıkarları arasında sentez oluşturacak yeni bir diplomasi inşa ediyor. Sarkaç etkisi yöntemleriyle oynanan bu kombinasyonda NATO ve AB temel veri ya da temel hedef olmaktan çıkarak, sadece Ankara'nın diplomatik oyununun unsurları haline geliyor."
Analizde, "Amerikalılar ve Avrupalılar yanılmasın! Bize göre (Türkiye'nin) geri dönüşü olmayacak. Rusya, AB ve İran, güney sınırındaki diğer etkili aktörler ve Mısır arasındaki jeopolitik denklemin merkezindeki vasıta olan Ankara'nın yalnız gitmeyi bırakarak dağılma sürecindeki bir NATO'ya geri dönmesi için hiçbir neden yok" ifadesi kullanıldı.
NATO'nun Türkiye'deki "en sadık müttefiklerinin" ordudaki generaller olduğu ileri sürülen analizde, 10 yıl içinde görev alacak yeni nesil generallerin, Doğu ve Batı arasında köprü olan Türkiye'nin birleştirdiği yakalardan herhangi birine ait olması halinde köprü yerine çıkmaz olacağında uzlaşacağı belirtildi.
Avrupa Siyasi Tahminler Laboratuvarı, "Türkiye'de gelecek 5 yılda Washington destekli bir grup eski general küçük bir risk olsa da askeri darbe yapmaya kalkışabilir ama sonu muhtemelen, 1991 yılında Rus generallerin Mihail Gorbaçov'u hedef alan darbesi gibi olur" tahmininde bulundu.
Analizde, geçmişte Türkiye'yi Batı kampına bağlı kalmasında Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) "önemli bir rol üstlendiği" kaydedilerek, Batı'nın bu sayede on yıllardır IMF'nin en büyük müşterilerinden biri olan Türkiye'yi "vekaletle yönetme imkanına kavuştuğu" öne sürüldü. 2008 yılında IMF programından çıkan Türkiye'nin, "diplomasideki stratejik dönüşümünün bu tarihten itibaren daha görünür hale gelmesini" buna kanıt olarak gösteren düşünce kuruluşuna göre Ankara bu nedenle IMF ile yeni kredi anlaşması konusunda "son derece gönülsüz" davranıyor.
Avrupa Siyasi Tahminler Laboratuvarı, Türkiye'nin zayıflayan Batı kampından ayrılmasının Avrupa için bir sorun oluşturmadığını, İkinci Dünya Savaşının mirası yapının kademeli çöküşünün başka bir göstergesi olduğunu ve bu sayede 2015'li yıllarda Avrupa'nın Orta Doğu ve Orta Asya ile ilişkilerinde faydalı bir aracı olabilecek Türk ortaklarına kavuşabileceğini ifade etti.
Düşünce kuruluşu, "Brüksel ve Ankara arasında devam edecek katılım müzakerelerinin asla tamamlanamayarak ilgisizlik nedeniyle her yıl bataklığa daha fazla gömüleceğini, seçim kaybetme korkusuyla hiçbir Avrupalı liderin Türkiye'nin üyeliğinin bayraktarlığını yapamayacağını, Ankara açısından bakıldığında da Avrupalı Türkiye alternatifinin ortaya çıktığını ve çok iyi tasarlanmış bir stratejik ortaklığa ihtiyaç duyulduğunu" savundu. (Ajanslar)

Fransa ve Avrupa’nın İnşası

Fransa ve Avrupa’nın inşası konusundaki bilgilendirme fişi Jean-louis Quermonne tarafından Mayıs 2001’de hazırlanmış ve Başbakanlık web sitesinde yayınlanmıştır.

Birinci Dünya Savaşından zaferle ama bitkin çıkan, 1940’da Hitler Almanya’sına yenilip daha sonra müttefiklerinin zaferiyle 1945’de yeniden bağımsızlığını kazanan Fransa, diğer devletlerle birlikte milliyetçiliklerden doğan trajik çatışmalara kesin olarak bir son vermek gerektiğinin bilincine vardı. XX. yüzyılın ikinci yarısında, artık tek başına büyük gücü oynama yeteneğine sahip olamayacağını da anladı. Kolonilerinin bağımsızlarını ilan etmesinin yarattığı düş kırıklığına Amerika ve Sovyetlerin, Fransız ve İngiliz birliklerinin 1956’daki Süveyş seferini vetosu bu duruma son noktayı koydu. Oysa ki, Birleşik Krallık bu güç kaybını Birleşik Devletlerle “özel ilişki”sini güçlendirerek saklama çabası içindeyken, Fransa dünya üzerinde söz sahibi olmak emelini Almanya ile uzlaşarak kurulacak bir Avrupa’ya çeşitli biçimlerde yansıtmaktan vazgeçmedi. V. Cumhuriyet döneminde art arda beş cumhurbaşkanı ve yirmi yedi hükümet, kimi zaman inançla kimi zaman sağ duyuyla bir önceki hükümetin yaptığı anlaşmalara sahip çıkarak Avrupa’nın kuruluşunu politikalarının eksenine oturttular. Bundan dolayı 2000 yılının ikinci yarısında Avrupa Birliği Fransa dönem başkanlığının pek çok beklenti yaratması ve Nice Antlaşması’ndan sonra, 2004 sonunda Avrupa Politikasının kurulmasına ne gibi bir katkısının olacağını öğrenmek için bakışların yeniden Fransa’ya yönelmesi şaşırtıcı olmasa gerek.


Topluluk Avrupa’sı Fikrinin Doğuşu

Winston Churchill‘in, 19 Eylül 1946’da yaptığı söylevde açıkça Avrupa Birleşik Devletlerini kurmaya davet ettiği ve Lahey Kongresi’ne seçkin politikacılarının bir kısmının katılmasıyla dahil olan Fransa, İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde Avrupa Konseyi’nin oluşumuna katıldı. Tıpkı daha sonraları Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatının (OECE), Batı Avrupa Birliğinin (UEO), Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatının (NATO) ve daha sonra Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının (OSCE) kuruluşuna yapacağı katkılarda olduğu gibi. Fakat devletlerarası teşkilatların adım atmakta gösterdiği isteksizliğin yol açtığı düş kırıklığına uğrayan ve soğuk savaşın eşiğinde Almanya’nın yeniden sanayileştirilmesi ve silahlandırılması için Amerikalıların sıkıştırdığı Fransa, Versaille Anlaşması prensipleriyle bağlarını, Jean-Monet’nin Topluluk Avrupa’sı düşüncesinin etkisiyle kesin bir şekilde koparacaktır. Dönemin Dışişleri bakanı Robert Schumann Beyannamesi 9 Mayıs 1950’de bunun gerçek bir manifestosu niteliğindedir ve Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (CECA) bunun ilk uygulama alanı olacaktır. Ama Kore Savaşı’nın yol aştığı aciliyet sonucunda, askeri alana zamanından önce aktarılan Avrupa Savunma Topluluğu (CED) projesine uygulanması öngörülen hükümetlerüstü ve hükümetlerarası bu ittifak, 1954’de Fransız Parlamentosu karşısında başarısızlığa uğrayacaktır. Öyle ki, katılım süreci Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (CEE) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğunu (CEEA veya Euratom) kuran Roma antlaşmalarının 1957’de imzalanmasıyla önce ekonomik alanda yoğunlaşmıştır.

Böylelikle Ortak Pazar dahilinde hükümetlerüstü ve hükümetlerarası yepyeni bir sentez, bir buluş olarak, topluluk yöntemi ortaya çıkmıştır. Aralarında işbirliği geliştirmeleri beklenen iki kurumdan, bir taraftan CEKA’nın (Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu) mirascısı olan Komisyon ve Adalet Divanı ; diğer taraftan çalışmalarını hazırlamakla görevli Daimi Temsilciler Kurulunun (COREPER) yardımcılığını yaptığı Bakanlar kurulu arasındaki bu sistem, Strasbourg Parlamentosu’nun gücünün artması ve Avrupa Konseyinin eklenmesiyle siyasal bakımdan tamamlanacaktır. Bu kurumlar, topluluk hukukunun yardımıyla, gümrük birliği, tarım, ulaşım ve dış ticaret konularında ortak politikalar hazırlayacaklardır. Ve bu çalışmalardan 1972’deki ilk genişlemeye kadar, bazen uygulayıcı olarak nitelendirilen ama bugün hâlâ topluluğun kazanımlarını oluşturan temeli meydana getiren Altı Kurucu Devlet doğacaktır. Daha sonra, Danimarka’da, İrlanda’da ve Birleşik Krallık’ta Toplulukların açılmasının ardından, Tek Avrupa Seneti 1986’da Topluluk yöntemine tek Avrupa hedefine ulaşma yöntemlerini kapsayan bir hedef saptanması temeline dayalı yeni bir hız kazandırana kadar, kurumlar, bünyelerinde hiçbir yenilik yapılmamış olmasından dolayı uzun bir hareketsizlik dönemi geçireceklerdir.

Bundan sonra, Komisyon Başkanı Jacques Delors’un girişimi ve Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın ve Alman Başbakanı Helmut Kohl’ün desteğiyle bütünleşmeyi tamamlayan bir kademe daha, 1992 dönemi sonunda büyük iç pazarın açılmasıyla aşılmış olacaktır. Bu hedefin takibiyle birlikte Parlamentonun oyuna olduğu gibi, belirli çoğunluk oylamasının Konsey içinde daha önemli bir rol oynamasına imkan veren karar süreci reformu gerçekleşecektir. Bir yandan da yeni Antlaşma, Avrupa Konseyi Devlet ve Hükümet Başkanları ve Komisyon Başkanı Toplantısının kabul edilmesiyle dış politika konusunda Devletlerin işbirliğini ve bu toplantılar yoluyla politik birlik arayışına katılmalarını resmileştirecektir.


Siyasi Avrupa Yolunda Uzun Yürüyüş

İngilizlerin Ortak Pazarı Serbest Dolaşım Bölgesine çevirme girişimlerine karşı çıkan De Gaulle 1958’de Fransa’nın Roma Antlaşmasına girmesini onaylamıştı. Ama aynı zamanda, Komisyonun Ortak Tarım Politikasının (PAC) mali tüzüğüne ilişkin önerilerini reddederek hükümetlerüstü niteliğini bozmaya çalıştı. Bunun sonucunda 1965’te, ertesi yıl Luxembourg uzlaşmasının kabulüyle çözümlenen “boş koltuk” krizi meydana geldi. Bu uzlaşma, söz konusu kararın oybirliğiyle alınabilmesi için antlaşmalarda değişikliğe neden olmaksızın bir üye devletin çok önemli çıkarlar öne sürmesine olanak vermektedir. Bunun yanı sıra ve sadece hükümetler arası temelde, General de Gaulle bir Birlik politikası gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ama Alman Başbakanı Adenauer ile ilk Fransız-Alman ikilisini oluşturmalarına karşın De Gaulle’un İngilizlerin üyeliğine ve NATO’ya muhalefeti bu birliğin kurumlaşmasını hedefleyen çeşitli “Fouchet planları“nın uygulanmasını engellemiştir. Daha sonra 1969’daki Lahey zirvesinde Birleşik Krallığa konan veto Georges Pompidou tarafından kaldırıldığından Avrupa’nın kuruluşuna yeni bir hız vermenin mümkün olduğu ortaya çıkmıştır. Ama doların dalgalanması ve petrol krizi, 1980 için programlanan para birliği ve politik birlik planlarını önemli ölçüde geciktirmiştir. Bununla birlikte Valéry Giscard D’Estaing ve Helmut Schmidt’in oluşturduğu yeni Fransa-Almanya ikilisi, bu tarihin ötesinde Avrupa Para Sistemini kurmayı, Strasbourg Parlamentosu’nun genel seçimlerle oluşmasını düzenlemeyi, devlet ve hükümet başkanlarının zaman zaman yaptıkları zirve toplantılarını her yarı yılda en az bir kez toplanan Avrupa Konseyine dönüştürmeyi başarmıştır. Bu sırada Fransa Avrupa’ya birçok değerli komisyon üyesi (Marjolin, Barre, Ortoli, Pisani, Cheysson…) ve aralarında Komisyon genel sekreterliği yapmış olan Emile Noël gibi birinci derecede isim sahibi çok sayıda bürokrat da kazandırmıştır.

Yine de, François Mitterand ve Helmut Kohl’ün ortak girişimi ve Jacques Delors’un önerisiyle Avrupa Politikası yolunda sonuca götüren adımın atılması için Berlin Duvarının yıkılmasını ve Demir Perde’nin kalkmasını beklemek gerekecektir. 1992’de imzalanan Maastricht Antlaşması, topluluk çerçevesindeki yeni adı “Birinci Ayak” olan, Jacques Delors’un bizzat başkanlığını yaptığı bir kurul tarafından hazırlanan Ekonomik ve Para Birliğini kurarak ve bu birlikten, Dış Güvenlik ve Ortak Güvenlik Politikasını başarıya ulaştırmak için “İkinci Ayak”, ve İç Güvenlik ve Adalet Konusunda Devletlerin İşbirliğini oluşturan “Üçüncü Ayak” olmak üzere, hükümetlerarası yöntemle oluşturulan başka iki ayak daha yaratarak Avrupa Politikası konusunda iki yönden başarıya ulaşmıştır.

Bu çalışmaların verimi yine de tam olarak alınamayacak ve 1996 yılından itibaren başlatılan hükümetlerarası yeni bir konferans (CIG) yoluyla tamamlanması gerekecektir. 1997’de sonuçlanan bu konferans, Fransa’nın, serbest dolaşım ve Avrupa Devletleri yurttaşlarının güvenliği, halk sağlığı, çevre konularında, ve hatta Dış ve Ortak Güvenlik Politikası (PESC) için bir üst düzey temsilciliği oluşturarak dış politika alanında olduğu gibi özellikle çalışma politikalarındaki eşgüdümüyle toplumsal konulardaki etkisiyle önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Buna karşılık bu konferans, gelecekte Birliğin Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini içine alacak şekilde yapacağı genişleme için gerekli olan kurumlar reformu konusunda başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu yüzden de Aralık 2000’de Fransa’nın başkanlığında, 26 Şubat 2001’de imzalanan Nice Antlaşmasının doğmasına yol açan hükümetlerarası yeni bir konferans toplanması karara bağlanmıştır.

Nice Antlaşmasının başlangıçtaki amacı genişlemiş bir Avrupa’da işlerin düzgün gidebilmesi için gerekli kurumsal yeniliklerin yapılmasıydı. Oysa ki, hatta Fransa’nın önerilerine kıyasla en alt düzeyde elde edilmiş olan bu yeniden başa dönme kararı, sonunda son ön koşulu genişlemeden çıkardı. Ama çok önemli başka politik ilerlemeler kaydedildi. Bunlar arasında özellikle, Saint-Malo Fransa-İngiltere anlaşmasından sonra Avrupa Savunmasını geliştirmek için, Konsey’in yetkisi altında kriz yönetiminin kontrolü ve stratejik idaresi ile görevlendirilen Siyasal Güvenlik Komitesinin kurulması ve Avrupa Birliği tarafından daha önce Batı Avrupa Birliği’nde (UEO) alt antlaşmalarla yapılan Petersbourg Kurullarının yeniden benimsenmesi vardır. Kuşkusuz Nice Anlaşması askıdaki tüm sorunları çözmemiştir. Ama Antlaşmaya eklenen, Birlik’in geleceğiyle ilgili Bildiri, çalışmaların devamı için bir çalışma programı ve takvimi belirlemektedir.
Bu program ve takvimde, 2004’te hükümetlerarası yeni bir konferans tarafından Politik Birlik’in geliştirilmesi için gereken kararların alınması öngörülmektedir. Böylece 2000 yılı Mayıs ayında Alman Dışişleri Bakanı Joschka Ficher’in Avrupa Devletler Konfederasyonunun gerçek bir Konfederasyon’a dönüştürülmesi, arkasından yine 27 Haziran 2000’de Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın bir Anayasa hazırlanması yönündeki beyanatlarıyla canlanan genişleme tartışması yeniden ele alınıp zenginleştirilecektir. Bu tartışma Fransa’da yeni bir yoğunluk kazanacaktır. İçerdiği sorular Fransa’nın, hem Ulus-Devlet kültürel mirasına dayalı uzun bir tarihe sahip olması nedeniyle, hem de, IV. ve V. Cumhuriyetler döneminde bir Avrupa gücü oluşturma eğilimindeki birbirini izleyen hükümetlerce verilen sözler nedeniyle ister istemez büyük yankılarla karşılaşacaktır.


Bir Ulus-devletler federasyonuna doğru
Gerçekten de bu tartışmalardan, Maastrich Antlaşmasının onaylanmasıyla ilgili halkoylaması esnasında aşırı sağ tarafından kötüye kullanılan gizli Avrupa kuşkuculuğuna ve son zamanlarda gözüken ”Ulusal Cumhuriyetçi“ akımına tepki ve yanıt olarak Jacques Delors’un geliştirdiği ”Ulus Devletler Federasyonu” kavramı ortaya çıkmıştır. Ulus devletler deyimi kullanılmaktadır ; zira bu devletler hâlâ yurttaş dayanışmasının en yoğun biçimde kendini gösterdiği ve demokrasi uygulamasının uzun zamandan beri yerleşmiş olduğu bir yapı olarak varlığını sürdürmektedir. Ama federasyon deyimi ile eğer Avrupa Birliği için çok gerekli politik birliği kazandırmak ve kendisini tek ağızdan ifade etmesini sağlamak isteniyorsa mümkündür. Oysa, birlik yolundaki Avrupa’ya özgü bir yöntem için sürdürülen bu arayış, yürütme erki tarafından korunduğundan başka Fransızlardan da olumlu tepki topluyor gibi gözükmekte ve sağ sol ayrımı Avrupa bağlantısıyla aşılmış olan hükümetteki büyük partilerden de kabul görüyora benzemektedir. Nice Antlaşmasına eklenmiş olan Avrupa’nın geleceğiyle ilgili Bildiri’nin açtığı tartışma, bu yönelimin Devlet Başkanının ve hükümetin 2004 yılında kabul edecekleri konumu telkin edip etmeyeceğini bilebilmemizi sağlayacak ve 1950’li yıllarda başlayan bir sürecin tamamlanması amacıyla halk oylaması ve parlamento yoluyla onaylanabilecektir.

Geriye, o vakit geldiğinde, Fransa’nın bu kavramın arkasına neyi koymaya hazır olacağını bilmek kalıyor. “Bir zamanlar De Gaulle“ adındaki kitabının III. cildinde Alain Peyrefitte, İngiltere’nin Avrupa Topluluğuna adaylığı sırasında, o sırada başbakan olan Georges Pompidou’nun, Büyük Britanya’nın Topluluğa girmesinin Avrupa Serbest Dolaşım Birliği’nin diğer ülkelerine de bu kapıyı açma tehlikesini doğuracağına, bunun da zafiyeti önlemek için Kurul’un yetkilerinin artırılması zorunluluğunu getireceğine dikkat çektiğini, “Zaten biz de bunu istemiyoruz” diye eklediğini anlatır. Oysa, Fransa’nın ve Kurul’un tarafsız bağdaşmaları Avrupa’yı geliştirirken çoğunlukla ülkelerin çıkarlarına hizmet etmişse de bugün hala ulusal yönetimlerde böyle bir çekincenin tümüyle ortadan kalkmış olduğu söylenemez.

Her ne olursa olsun, yarım yüzyılda Fransa’nın Avrupa’yla bütünleşmesi büyük ölçüde garantilenmiştir. Ve Fransa yine de Birlik’in federe bir devleti olmaksızın, kurumlarında ve siyasal yaşamında Birlik’e üye olmasının şiddetli etkisine maruz kalmıştır. Yurttaşlar 1 Ocak 2002’den itibaren madeni ve kağıt euroların günlük yaşamlarına girişiyle bunun daha iyi farkına varacaklardır. Ama şimdiden Anayasaya da geçen bazı noktaların altını çizebiliriz.


Birlik üyesi bir devlet olarak cumhuriyet

Ne gariptir ki, Fransız Anayasası Avrupa konusunda kırk yıl boyunca sessiz kalmıştır, ve 25 Haziran 1992 Anayasasının Anayasa metnine yeni bir Fasıl (Fasıl 15) ekleyebilmesi için, Anayasa Kurulu’nun Maastrich Antlaşmasından yana değişiklik kabulü ile Antlaşmanın onaylanması koşullarını hazırlaması gerekecektir. Artık, bu fasıl gereğince, 88-1 maddesinde şöyle belirtilmektedir : “Cumhuriyet, Toplulukları ve Birliği kuran Antlaşmalar gereğince, özgür olarak yetkilerinden bazılarını birlikte uygulamayı kabul eden devletlerden oluşan Avrupa Topluluklarına ve Avrupa Birliğine dahildir.“ Bundan başka, halk oylaması yoluyla, Fransız Ulusu 20 Eylül 1999’da Maastrich Antlaşmasını onaylamıştır. Ve daha 1983’den başlayarak François Mitterand’ın mali ve parasal seçimleriyle ön hazırlıkları yapılmış olan genel yürütmeyle ilgili bu seçim hiç muhalefet görmemiştir.

Anayasanın 15. Faslı aynı zamanda Avrupa Birliği Konseyi karşısında Meclisler yararına, parlamento istisnası çekincesinin işletilmesi gereken koşulları da belirlemekte ve belediye seçimlerinde, belediye sakinlerinin seçme ve seçilme haklarının hangi prensiplere göre uygulanacağını ortaya koymaktadır. 25 Ocak 1999’da yapılan ikinci bir Anayasa değişikliği ile Amsterdam Antlaşmasıyla öngörülen yetki aktarımına izin verilmesi koşulları eklenmiştir. Ama gerçekte devlet yetkileri düzenlenirken, bu değişiklikler sonucunda Avrupa’yla uyumun etkilerine maruz kalınacağı öngörülememişti. Ayrıntılara girmeden, topluluk hukukunun gelişmesinin Parlamento’nun yasama alanını daralttığını, buna karşılık, Cumhurbaşkanının Avrupa Konseyine katılmasının, koalisyon dönemi de dahil olmak üzere, Ulus politikasının izlenmesinde müdahale olanağının genişletilmesine katkısını artırdığını belirtmekle yetinelim. Bu, Avrupa alanının iç politikaya ait alanları giderek daha fazla ilgilendirmesi olgusuna bağlıdır. Avrupa alanı aynı şekilde, topluluk yönetmeliklerine (tüzüklerine) ve emirlerine uyulmasının sağlanmasıyla görevli ulusal yönetimlerin ve yargı kurumlarının çalışmalarına giderek artan biçimde nüfuz etmektedir. Buna karşılık, kamuoyunun gözünde, Fransız milletvekillerinin Avrupa Parlamentosuna seçilme biçimi, kendilerine yakışan yeri elde etmelerini henüz sağlamamıştır -Strasbourg Kurulu başkanlık makamının peş peşe bir erkek, Pierre Pflimlin ve iki kadın, Simone Veil ve Nicole Fontaine, Fransız tarafından doldurulmuş olmasına karşın.


Büyük Avrupa düşüncesiyle karşılaştırıldığında Fransa

Almanya’nın yeniden birleşmesi ve Avrupa’nın genişlemesi karşısında Fransa’nın yabancı politikasının bazen gereğinden fazla sakınımlı tutumlar izlediği gözlenmiştir. İlki, yani Almanya’nın yeniden birleşmesi, Fransa’yı para birliği sürecini hızlandırmaya ve Avrupa’nın babalarının, özellikle Robert Schuman, Konrad Adenauer ve Alcide de Gasperi’nin, daha 50’li yılların başında kabul ettikleri ilke olan, paranın en baş partneriyle temsil eşitliğini Avrupa kurumlarında savunmaya itmiştir. İkincisi, yani Avrupa’nın genişlemesi, Birliğin genişlemesiyle ilgili çalışmaların derinleştirilmesine öncelik vermeye götürmüştür. Ve bugün, asıl sorun otuz hatta daha da fazla ülkeyi birleştiren bir Avrupa’nın, içlerinden bazılarının mevcut topluluk deneyimine bile ayak uydurmakta güçlük çekerken, Ulus Devletler Federasyonu olarak yapılanıp yapılanamayacağını bilmek veya değişik coğrafyaya sahip bir Avrupa’da uyumun bozulmasını önlemek için siyasal bir ağırlık merkezi kurulmasının gerekli olup olmayacağının anlaşılmasıdır.

Özellikle İngilizlerin çekimserliklerinin ekleneceği daha ileri bir uyum karşısında daha ayrışık öğelerden oluşmuş bir Birlik’in meydana getirilmesi görüşü, Fransa ve Almanya’yı Amsterdam Antlaşması sırasında daha o zamandan Birlik’le ilgili Antlaşma’ya daha yoğun işbirliği gerektiren ve Birlik kurmayı dileyenlerin bazı alanlarda diğerleri tarafından kısıtlanmaksızın uyumu ilerletmelerini sağlayacak bir düzenleme getirmeye itmiştir. Ama bu düzenleme Nice Antlaşması ile esnekleştirilmiş olarak bile, bu alan işbirliğinden başka bir şeyi harekete geçirebilecek midir ? Fransızların endişesi bağlılığı azaltabilecek bir farklılaşma sürecinin Birlik’i içine sokabileceği zamana yayılma tehlikesiyle ilgilidir. İşte bu tehlikeyi önlemek için Jacques Delors (Avrupa Komisyonu eski Başkanı) öncülük düşüncesini öne sürmüş, Cumhurbaşkanı da 2000 yılı Haziran ayında Bundestag’da yaptığı konuşmasında öncü grubu düşüncesini bildirmiştir. Özetle ortaya çıkan soru, otuz devletli bir Avrupa’nın, içinde, uyumda daha hızlı ve daha ileri gitmek isteyecek ve bunu başarabilecek bir devletler grubu oluşmaksızın uluslararası arenada politik bir gücün ortaya çıkmasına yardım edip edemeyeceğinin bilinmesidir. Jacques Delors, yoğunlaştırılmış işbirliğinin bu sorunun çözülmesini sağlayamayacağı tezinde, kendi bünyesinde bir ”antlaşma içinde antlaşma“ geliştirmesinin yararı hakkında Birlik’in kendisini sorgulamasını önermiştir. Başka kişiler de bu tür ağırlık merkezlerinin hükümetlerarası bir temele dayalı olarak çalışmasıyla yetinilebileceğini düşünüyorlar.


Geleceğe dair dört soru

Şu halde, Fransa için olduğu kadar, Birlik üyesi diğer devletler için de 2004 yılına kadar yanıtlanmasına çalışılması gereken pek çok soru ortada kalmıştır. Nice Antlaşmasında Birlik’in geleceği hakkındaki Bildiriyle başlayan süreç, düşünülecek dört konuyu dile getirerek tartışmanın ana noktalarını şimdiden ortaya koymaktadır : Birlik bünyesindeki farklı önemliliğe sahip düzeyler arasındaki yetkilerin açıklığa kavuşturulması ; Avrupa değerlerini kesinleştirmek için Temel Haklar Yasasının Hukuki Statüsü ; satır aralarında kendini belli edecek bir Anayasa hazırlanması sorunuyla antlaşmaların sadeleştirilmesi ve açıklığa kavuşturulması ; ve son olarak ulusal parlamentoların işlevi. Bu dört soru Birlik’in gelecekteki kurumsal mimarisinin aydınlığa kavuşturulmasına katkı sağlıyor ama Birlik’in geleceği konusundaki tartışmayı sona erdirmiyor. Olası yeni bir antlaşmayla sonuçlanabilecek yolların araştırılması gerekecektir. Kendi içinde bir ”Avrupa Anayasası” düşüncesi Fransa tarafından artık reddedilemez. Geriye, ona hangi içeriğin kazandırılacağını bekleyip görmek kalıyor. Başka bir deyişle, bu Anayasa Avrupa’nın yetkilerini sınırlandıracak mı yoksa yayacak mı, bunu görmek. Anayasa’nın, Fransa’nın bundan böyle geri dönülmez biçimde taraf olduğu ve oluşmasında ta başından beri Fransa’yı kurucu ülkelerin en baş sırasına yerleştiren bir rol oynadığı ve açıklanmasına gene yakın zamana kadar Avrupa Temel Haklar Bildirisini geleneklerine uygun biçimde gerçekleştirerek katkıda bulunduğu kamusal alanı son aşamasına kadar tamamlayıp tamamlamayacağını tarih gösterecektir.

Avrupa’nın kuruluşu : Daha ancak ellinci yılına ulaşmış tarihî kapsamda sonuç doğurabilecek bir macera. Yine de, coşkulu ve hareketli dönemlerden geçilerek ama beklenmedik sarsıntılar ve bunalımlar pahasına da olsa çok yol kat edilmiştir. Şunu söylemekten korkmayalım : Fransızlar, kendilerini Avrupa düzeyine ülkelerine özgü gelenekleri ve kavramları yansıtmak istemekle suçlayanların acı sözlerini hak etmeseler de, Fransa bu girişime çoğunlukla esin ve yön vermiştir. Fransa hiçbir zaman, kendisini diğer üye devletlerin isteklerine açık tuttuğu ve Avrupa anlayışının evrensel değerlerinin taşıyıcısı olduğunun ortaya çıktığı zamanki kadar Avrupa’nın hizmetinde olmamıştır. Onsuz tohumun öldüğü bu ortak gelecek anlayışı Büyük Avrupa’da, Avrupa’nın kültür hazinesini besleyen tüm ülkeler tarafından paylaşılmıştır ve paylaşılmaktadır.
Jean-Louis Querm

G8 VE FRANSA

G8

1.Amerika Birleşik Devletleri
2. Japonya
3. Almanya
4. Büyük Britanya Birleşik Krallık
5. Fransa
6. İtalya
7. Kanada
8. Rusya


Rusya gruba daha sonradan dahil olmuş ve bu ülkeler G8 ülkeleri olarak anılmaktadır. G8 ülkeleri tarafından 1975'ten beri yıllık ekonomi zirveleri düzenlemektedirler.G8 Uluslararası hükümmetler formu olup,Kanada,Fransa,Almanya,İtalya,Japonya,Rusya,İn giltere ve Amerika dünya ekonmisinin yaklaşık %65 ini temsil ederler.Grubun aktiviteleri yılbazında konferanslar ve politik araştırmaları içerir.Üye ülkelerin hükümet başkanlarının yıllık zirve toplantısına katılması ile doruğuna ulaşır.Her yıl G8 in üye devletleri grubun başkanlık görevini üzerine alır.Başkanlığı elinde bulunduran grubun gündemini belirler ve o yılki toplantı için ev sahipliği yapar. 2007 için başkanlık sırası Almanya' dadır.Ve 33.nci G8 toplantısı için Heiligendamm'da 6-8 Haziran'da ev sahipliği yapacaktır.

Tarih

Dünyanın büyük endüstrileşmiş demokrasilerinin forum fikri,1973 petrol krizini takiben ve ondan sonra gelen global durgunluktan ortaya çıkmıştır.1975 de Fransız başkanı Valery Giscard d'Estaing,Almanya,İtalya,Japonya,Birleşik Krallık ve Amerika hükümet başkanlarını Rambouiller'de toplatıya davet etti.Alt lider,dönerli bir başkanlık altında organize edilen yıllık toplatıya G6 (altılı grup) şeklinde mutabık kaldılar.Takip eden yıl,Birleşik Devletler Başkanı Gerald Ford'un emriyle Kanada gruba katıldı.Ve grub bilindiği gibi G7 oldu.Avrupa Birliği,Avrupa Komisyon başkanı tarafından temsil edilir.Ve ülkenin lideri,Avrupa Birliği Konsül başkanlığını elinde tutar.Ve bütün toplantılara katılır.1977 de Birleşik Krallık tarafından davet edildiğinden beri.

Yıllık Toplantı

Yıllık G8 liderler toplantısı dünyanın en güçlü sekiz hükümet başlarınca düzenlenir.Bu nedenle ululararası bir toplantıdır.Haber medyası tarafından isteklice gözlenir ve rapor edilir.G8 başkanlığını elinde bulunduran ülke yıllık toplantının organizyonunu ve ev sahipliğinden sorumludur.Genellikle yıl ortasında ve üç gündür.

Yapı ve Aktiviteler

G8'in gayri resmi bir forum olduğu tasarlanır.Ve bu nedenle uluslararası organizasyonlardan Birleşmiş Milletler veya Dünya Bankası benzeri bir yönetim yapısına ihtiyaç duyar.Grup başkanlığı üye ülkelerde yıllık sıra ile çalışır.Her bir dönem Ocak ayının birinci günü başlar.Başkanlığı elinde bulunduran ülke planlama ve bakanlığa ait seviye toplantılar serisinden ev sahipliği yapma sorumluluğundadır.Bakanlığa ait toplantılar,bakanlara çeşitli bakanlık görevi için ortak veya global konuları ilgilendiren maddeleri tartışma sorumluluğunu beraberinde getirir.Konuların genişliği sağlık,kanun uygulama,iş,ekonomik ve sosyal gelişme,enerji,çevre,dış ilişkiler,adalet ve içişleri,terörizm ve ticareti kapsar.

Ekonomik Güç

G8'in temsil eden sekiz ülke dünya nüfusunun yaklaşık % 14 ünü teşkil eder.Fakat dünyanın ekonomik verimlilik ölçüsü olan brüt iç hasılanın üçte ikisinden sorumludurlar.


Kaynak: Vikipedi

Avrupa Birliği'nin Başkenti ve Fransızca

Belçika'nın üç Federal bölgesinden biri olan Brüksel Bölgesi'nin başkentidir. Birkaç yüzyıl önce bataklığın kurutulması sonucu ortaya çıkmış bir şehirdir,adı bataklığın içindeki yerleşim yeri anlamına gelir. Brüksel büyükşehrine bağlı 19 belediyenin (communes) toplam nüfusu 10.050.000'dir. Büyükşehrin bir parçası haline gelmiş civar belediyelerin nüfusu ve gün içinde işleri için Brüksel'e gelenlerin (Brüksel'de çalışan nüfus) miktarı da göz önüne alındığında toplam efektif nüfusun birkaç milyona çıktığı hesaplanmaktadır.

Avrupa Birliği'nin 3 ana kurumu olan AB Komisyonu, AB Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosu içinde ilk ikisinin resmi organlarının büyük çoğunluğu Brüksel'de yerleşiktir. Sonuncusu Avrupa Parlamentosu ise Strazburg ile dönüşümlü olarak Brüksel'de çalışmalarını yürütmektedir. Bunlara bağlı ve bunlarla ilgili irili ufaklı yüzlerce kuruluş da dikkate alındığında Brüksel, bu sebeplerden, AB veya Avrupa başkenti olarak gösterilir. Ayrıca NATO Merkez Karargahı da Brüksel'dedir.

Nüfusun çoğunluğunun ana dili Fransızca'dır (80%). Brüksel kökenli veya Brüksel'e Flaman bölgesinden gelmiş ve Flamanca (Hollanda dilinin bir lehçesi) konuşan bir azınlık da bulunmaktadır (20%). Bu yönden Brüksel (aslen bir Flaman şehri olmasına rağmen) bir Flaman denizinin ortasında bir Fransız adası gibidir. Bu demografik özelliğe rağmen Brüksel'de iki resmi dil Fransızca ve Flamanca'dır ve hukuken eşit ve her alanda zorunludur.

Belçika vatandaşlığını edinmek diğer AB ülkelerine kıyasla çok daha kolay olduğu için 1960'lardan itibaren kaydadeğer bir yabancı kökenli nüfus da Brüksel'e yerleşmiştir. Başlangıçta genellikle vasıfsız göçmen işçi olarak gelen bu kuşak ve ardından ikinci ve üçüncü nesiller içinde, başta Fas'lı Araplar, ardından, aşağı yukarı denk sayıda, çoğu Emirdağ, Afyon kökenli Türkler ve eski bir Belçika sömürgesi olan Kongo'lu Afrikalılar, köken sıralamasında ilk üçü oluşturmaktadırlar. 1970'lerden itibaren özellikle AB resmi kurumlarının sağladığı iş imkanları nedeniyle yabancı kökenli nüfusa, AB ülkeleri kökenli ve daha kalifiye bir topluluk da eklenmiştir ve sayıları artmaktadır.

Brüksel nüfusuna bu yollarla dahil olmuş yabancı kökenlilerin toplam nüfusun %28.5'ini oluşturduğu hesaplanmaktadır. İstanbul ile benzerlikler arzeden bu süreç sonrasında son 30-40 yılda Batı Avrupa'da nüfus, kültür ve mimari yapısı Brüksel kadar değişmiş kent yoktur denilebilir. Bu süreç içinde bir gettolaşma da doğmuş, yerli Brükselliler belli semtlerde ağırlıklarını muhafaza eder, buralara adeta 'çekilir'ken, Faslı, Türk ve zenci Afrikalı semtleri ve bir AB kurumları ve çalışanları mahallesi oluşmuştur.

Avrupa Birliği Ve Fransızca

Avrupa Birliği'nde konuşlan tüm dil ve lehçeler arasında yirmi üç tanesi resmî statüye sahiptir. Bu diller: Almanca, Bulgarca, Çekçe, Danca, Estonca, Felemenkçe, Fince, Fransızca, İngilizce, İrlandaca, İspanyolca, İsveççe, İtalyanca, Lehçe, Letonca, Litvanca, Macarca, Maltaca, Portekizce, Rumence, Slovakça, Slovence ve Yunancadır.Yasama kararları gibi, birlikte ele alınan tüm konuların belgeleri birliğin her resmî diline çevrilir. Avrupa Parlamentosu tüm Genel Kurul belgelerini yine tüm bu resmî dillere çevirterek üyelerine sunar. Birlik içindeki bazı kurumlar ise içişleri gibi kimi konularda yalnızca ilgili ülkelerin dilini kullanır. Bu belgeler haberleşme ve iletişim konuları için kısmen çevirtilebilir.Dil politikası her üye ülkenin kendi sorumluluğundadır ancak Avrupa Birliği kurumları da bünyesindeki resmî dillerin öğrenilmesini teşvik eder.
2006 yılı itibarıyla 88,7 milyon konuşanıyla Almanca, Avrupa Birliği'nde ana dil olarak konuşulan en yaygın dildir. Almancayı, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca izler. En çok bilinen yabancı dil nüfusun %51'inin konuşabildiği İngilizedir. Bunu, Almanca ve Fransızca bilenler izler. Nüfusun %56'sı ana dillerinden başka bir dili konuşabilmektedir. Avrupa Birliği'nin resmî dillerinin çoğu Hint-Avrupa dil ailesine mensuptur. Bunun istisnaları Fin-Ugor dillerinden olan Macarca ve Fince ile Sami dil ailesine ait olan Maltacadır. Resmî diller içinde, Kiril abecesiyle yazılan Bulgarca ve Yunan abecesiyle yazılan Yunanca dışında tüm diller Latin harfleriyle yazılır.
Yirmi üç resmî dilin yanı sıra, Avrupa Birliği içinde ortalama 50 milyon kişi tarafından yaklaşık 150 bölgesel dil ve azınlık dili konuşulmaktadır. Bunlar arasında, yalnızca İspanya'da konuşulmakta olan bölgesel dillerden Baskça, Katalanca ve Galiçyaca ile Avrupa Birliği vatandaşları birliğin resmî kurumlarına başvuruda bulunabilirler.Avrupa Birliği zaman zaman özel programlarla azınlık dillerini ya da yerel dilleri destekelese de toplumların dil haklarını korumak üye devletlerin kendi sorumluluğundadır.


Diller açısından AB gündeminde iki önemli belirsizlik var. Birincisi kurumsal işleyişin etkinliği, diğeri uygulamada hızla üstünlük sağlayan diller. Ulusal başkentlerden gelenlerin katıldığı toplantılarda çeviri hizmeti var. Brüksel'deki on binlerce AB bürokratı, diplomat, sivil toplum temsilcisi, gazeteci, araştırmacı, danışman ve lobicinin günlük iş yaşamında kullandığı çalışma dillerinin sayısı iki: Fransızca ve İngilizce. Resmi ve özel toplantılar, hazırlanmakta olan belgelerin taslakları, akademik etkinlikler, basın toplantıları, seminerler, konferanslar, her türlü yazılı iletişim ve internet kaynakları gibi her düzlemde bu iki dilin egemenliği belirgin. Yazılı olmayan kurala göre, Brüksel içi her platform ve etkinlikte bu iki dil çeviri olmaksızın kullanılır.
AB vatandaşlarının % 56´sı yabancı dil biliyor

AB vatandaşlarının yüzde 56`sı en az bir, yüzde 28`i en az iki, yüzde 11`i en az üç yabancı dil biliyor. Anadilleri dışında lisan bilmeyenlerin oranı ise yüzde 44 olarak belirlendi.

AB üyesi ülkelerde yabancı dil konuşanların oranının arttığı bildirildi. AB`nin kamuoyu yoklamalarından sorumlu olan kurumu Eurobarometre`nin açıkladığı verilere göre, AB üyesi 25 ülkede yaşayan 450 milyon insan 20 resmi dil ve 60 kadar yerel lisan kullanıyor. AB vatandaşlarının yüzde 51`i İngilizce konuştuğunu belirtiyor. Fransızca konuşanların oranı yüzde 26 (yüzde 12 anadil, AB genelinde velilerin çocuklarının öğrenmesini istediği yabancı diller sıralamasında İngilizce, Fransızca ve Almanca önde geliyor.



Pays de la Francophonie (Frankofon Ülkeler)
Arménie
Autriche
Bénin
Belgique
Bulgarie
Burkina Faso
Burundi
Côte-d'Ivoire
Cambodge
Cameroun
Canada
Canada Nouveau-Brunswick
Canada Québec
Cap-Vert
Centrafrique
Communauté française de Belgique
Comores
Congo
Croatie
Dominique
Egypte
France
Gabon
Grèce
Guadeloupe
Guinée équatoriale
Guinée-Bissau
Haïti
Hongrie
Laos
Lettonie
Liban
Lituanie
Luxembourg
Madagascar
Mali
Maroc
Maurice
Moldavie
Monaco, Principauté de
Nouvelle-Calédonie
Pologne
R. D. Congo
République Tchèque
Réunion
Roumanie
Sénégal
Sainte-Lucie
Seychelles
Slovaquie
Suisse
Togo
Tunisie
Vanuatu
Viêt Nam

AB MÜZAKERELERİ VE FRANSIZCA

AB MÜZAKERELERİ VE FRANSIZCA
RADİKAL - ANKARA - TÜSİAD, hükümete AB müzakere heyetinin belirlenmesinde geç kalındığı uyarısında bulunurken, başmüzakerecinin de tanımını yaptı: İngilizce ve Fransızca bilsin, AB hukuku, ekonomi ve siyaset hakkında derin bilgisi olsun, uzlaştırıcı olsun, siyasetçi olmasın.
Ankara'da temaslarını sürdüren TÜSİAD heyeti, hükümete 'ekonomik, siyasi ve sosyal gelişmeler ve Türkiye-AB ilişkileri hakkında TÜSİAD görüşlerini sundu. Raporda, başmüzakerecinin 'mesleki yaşamında İngilizce ve Fransızca bilgisi, AB hukuku, ekonomisi ve siyaseti hakkında derin bilgisi ve kamu, özel sektör ve sivil toplum ihtiyaçlarını yakından izleyen uzlaştırıcı yapıda olması'nın süreci başarılı kılacağı vurgulandı.
İzmir Ekonomi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türkiye-AB Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Haluk GÜNUĞUR, geçen haftaki toplantıda dile getirmiş olduğu hususları yinelemiş ve müzakerelerin çok uzun süreceğini, tarımın öncelikli görüşülecek dosyalardan olmasının önemini, müzakere heyetinde, Başmüzakereci Yardımcıları olarak, bir hukukçu, bir diplomat ve Müsteşar veya Müsteşar Yardımcısı düzeyinde bir tarım temsilcisinin bulunması gerektiğini ve daha alt kademelerde, yabancı dil ve özellikle Fransızca bilen uzmanların yetiştirilmesinin şart olduğunu, kalıcı derogasyon kavramının AB hukuku ile bağdaşmadığını, bunların ancak geçici dönemler için getirilebileceğini ve kalıcı derogasyon getirilse bile her zaman Adalet Divanına başvurulup, davanın kazanılabileceğini belirtmiştir.
Müzakereci için formül arayışı
Dışişleri Bakanı Gül, müzakerelerde koordinatör isim olacak. Hükümet, AB Bakanı olarak atayacağı ismi başmüzakereci yapabileceği gibi, bir bürokratı da bu göreve atayabilecek.
3 Ekim 2005 tarihinde Avrupa Birliği ile müzakere masasına oturmaya hazırlanan Türkiye, müzakerelerin nasıl yürütüleceği konusunda formül arıyor. Hükümet, müzakereleri yürütecek isimden önce yöntem belirlemeye çalışıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AK Parti MYK toplantısında müzakerelerin nasıl yürütüleceği konusunda metod belirlemeye çalıştıklarını açıkladı. Hükümetin müzakereleri yürütecek isim konusunda iki alternatif üzerinde çalıştığı öğrenildi.
Hükümet, AB ile müzakerelerde Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün koordinatör isim olması konusunda karar verdi. Gül, Türkiye'nin yoğun diplomasi trafiğinin yanında AB ile müzakerelerde etkin rol oynayacak. Gül'ün, müzakere sürecinde AB nezdinde sık sık temaslarda bulunacağı belirtildi.
Bakan mı, bürokrat mı?
AB ile yapılacak müzakerelerde baş müzakerecinin bakan mı yoksa bürokrat mı olacağı alternatifleri üzerinde duruluyor. Hükümetin önünde bulunan ilk alternatife göre AB'den Sorumlu Devlet Bakanlığı kurulacak ve bu bakanlığa atanacak isim aynı zamanda başmüzakereci olacak. Başmüzakerecinin siyasi bir kişilik olması nedeniyle insiyatif kullanabilecek bir isim olması hükümetin ağırlıklı olarak bu formül üzerinde durmasına neden oluyor. Ancak, başmüzakereci olan bakanın sık sık Brüksel'e gitme zorunluluğunun olması nedeniyle bu bakanın Bakanlar Kurulu'na müzakerelerde gelinen aşama konusunda bilgi vermesinin zor olacağına dikkat çekiliyor.
Fransızca bilme zorunluluğu
İkinci alternatifte ise AB'den Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın yine kurulmasına rağmen başmüzakereci bu bakana bağlı bir bürokrat olacak. Müzakere sürecinde başmüzakerecinin sürekli olarak Brüksel'e gitme zorunluluğunun bulunması nedeniyle hükümet bu alternatif üzerinde duruyor. Bu alternatifin hayata geçirilmesi halinde başmüzakereci olan bürokrat sürekli Brüksel'e gidip geleceği için Bakanlar Kurulu'na bilgiyi AB'den Sorumlu Devlet Bakanı verecek.
Başmüzakereci olarak atanan ismin İngilizce'yi çok iyi konuşmasının yanında ikinci bir dil olarak Fransızca'yı da çok iyi konuşması şartı aranacak. Macaristan adına müzakereleri yürüten Dışişleri Bakanı'nın "Başmüzakereci olan kişinin İngilizce'nin yanında Fransızcayı da çok iyi konuşması gerekir. Biz müzakereleri İngilizce yaparken kendi aralarında Fransızca konuşmaya başlıyorlardı. Bu nedenle zor anlar yaşadık. Başmüzakereci Fransızca bilirse bu tür sıkıntılar yaşanmaz" dediği öğrenildi.
yenişafak

Uluslararası Adalet Divanı

Resmi Diller: Fransızca,Arapça, Çince, İngilizce, İspanyolca, Rusça
BM'nin başlıca yargı organıdır. Uluslararası Adalet Divanı'nın merkezi Hollanda'nın Lahey kentindedir. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi'nden seçilen 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar değişik ülkelerden seçilir, böylece dünyadaki değişik hukuk sistemlerinin temsil edilmesi
Divanın yetki alanı, bir uluslararası uyuşmazlıkta taraf olan ülkelerin kendisine getirdikleri davalar ile BM Antlaşması'nda ya da yürürlükteki uluslararası antlaşmalarda özellikle öngörülmüş konuları içine alır. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, BM Antlaşması'nın (BM Şartı) ayrılmaz bir parçasıdır ve Adalet Divanı'nın çalışma esaslarını belirler

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü ve Fransızca

OECD
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü
Resmi Dili: FRANSIZCA VE İNGİLİZCE
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü bazen de İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (İngilizce: Organisation for Economic Co-operation and Development -OECD, Fransızca: Organisation de coopération et de développement économiques), uluslararası bir ekonomi örgütüdür.
OECD, 14 Aralık 1960 tarihinde imzalanan Paris Sözleşmesi'ne dayanılarak, 1961'de kurulmuştur ve savaş yıkıntıları içindeki Avrupa'nın Marshall Planı çerçevesinde yeniden yapılandırılması amacıyla 1948 yılında kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü'nün (OEEC) doğrudan mirasçısıdır. Üyelerinin büyük bir bölümü AB ve İUT üyeleridir, çoğunluğu da gözlemci üyelerdir. OECD ülkeleri sanayileşip zengin olmuş ülkelerdir.
Amaçları
Örgütün tüzüğe bağlanmış amaçları şunlardır:
• Finansal istikrarın eşzamanlı olarak korunduğu üye ülkelerde ve hem de özellikle gelişmekte olan ülkelerde halkın yaşam standartının iyileştirilmesi, sürekli ve dengeli ekonomik gelişim sağlayan politikaya destek ve yardım, işsizliğin ortadan kaldırılması;
• Ekonomik genişleme politikasının uyandırılması ve sosyo-ekonomik eşgüdümlü gelişmenin desteklenmesi;
• Uluslararası yükümlülüklere uygun olarak çok taraflı ve ülkeler arasında ayrım gözetmeyen dünya ticaretinin geliştirilmesine destek verilmesi.
• OECD'ye üye veya bu örgüte üyelik talebinde bulunan ülkeler, sosyo-politik ve ekonomik yaşamda, aşağıda belirtilen üç ilkeyi vazgeçilmez değerler olarak benimsemişlerdir:
• Demokrasi;
• İnsan haklarına ve yurttaş özgürlüğüne bağlılık;

Bu ilkeler, aynı zamanda, yukarıda belirtilen amaçların gerçekleştirilmesine de hizmet ederler. OECD, bir taraftan bu ilkelerin üye ülkelerde güçlendirilmesine katkı sağlarken, diğer taraftan da örgüte üye olmayan ülkelerde ilkelerinin tanıtımını yapmaktadır.




Üye Ülkeler


Üye ülkeler

Marshall Planı
Halen 30 tam üye olan ülke vardır, bu ülkeler arasında 27 tanesi (* ile gösterilmiştir) Dünya Bankası tarafından 2005'de yüksek gelirli ülkeler arasında gösterilmiştir.
Kurucu üyeler (1961):
• Avusturya*
• Belçika*
• Kanada*
• Danimarka*
• Fransa*
• Almanya*
• Yunanistan
• İzlanda*
• İrlanda*
• İtalya*
• Lüksemburg*
• Hollanda*
• Norveç*
• Portekiz*
• İspanya*
• İsveç*
• İsviçre*
• Türkiye*
• Birleşik Krallık*
• Amerika Birleşik Devletleri*

Sonradan katılanlar:
• Avustralya* (1971)
• Çek Cumhuriyeti* (1995)
• Finlandiya* (1969)
• Macaristan* (1996)
• Japonya* (1964)
• Meksika (1994)
• Yeni Zellanda* (1973)
• Polonya* (1996)
• Slovakya (2000)
• Güney Kore* (1996)


Avrupa Komisyonu da OECD'ye katılım gösterir.

Birleşmiş Milletler ve Fransızca

Birleşmiş Milletler ve Fransızca
BM Resmi Dilleri: Fransızca,Arapça, Çince, İngilizce, İspanyolca, Rusça
BM içtihatlarına göre Güvenlik Konseyi karar alırken veto yetkisine sahip üyelerden biri veya birkaçının oylamaya katılmaması bu üyelerin kararı veto ettiği anlamına gelmemektedir. Ayrıca daimi üyelerin çekimser ... Konseyin 5 daimi üyesi olan ABD, Çin, İngiltere, Fransa, Rusya'nın veto hakkı bulunmaktadır.
Üye sayısı:192
.Birleşmiş Milletler (kısaca BM), 24 Ekim 1945'te kurulmuş dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslar arasında ekonomik, toplumsal ve kültürel bir iş birliği oluşturmak için kurulan uluslararası bir örgüttür. Birleşmiş Milletler kendini "adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş global bir kuruluş" olarak tanımlamaktadır. Uluslararası İlişkilerde, kuvvet kullanılmasını ilk olarak evrensel düzeyde yasaklayan ilk antlaşma BM Sözleşmesi'dir.
Örgütün, kurulduğu yıllarda 51 olan üye sayısı şu an itibariyle üyeliği kaldırılan Vatikan ve değiştirilen Çin Halk Cumhuriyeti son katılan üye Karadağ dahil 192'ye ulaşmıştır. Örgütün yönetimi New York'ta bulunan genel merkezinden yürütülür ve üye ülkelerle her yıl düzenli olarak yapılan toplantılar yine bu genel merkezde gerçekleştirilir.
Örgüt yapısal olarak idari bölümlere ayrılmıştır; Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Yönetim Konseyi, Genel Sekreterlik ve Uluslararası Adalet Divanı. Örgütün en göz önündeki merciisi Genel Sekreterdir.
Birleşmiş Milletler fikri ilk olarak, II. Dünya Savaşı'nın bitiminde savaşın galibi ülkeler tarafından, ülkeler arasındaki anlaşmazlığı ortadan kaldırarak ileride meydana gelebilecek ve kendi güvenliklerini tehdit edebilecek bir savaşın önüne geçebilmek amacıyla ortaya atılmıştır. Örgüt yapısının halen bu amacı koruduğunu BM Güvenlik Konseyi'nin varlığı ve çalışmalarıyla ortaya koymustur. Güvenlik Konseyi on beş ülkeden oluşmakta olup,bu üyelerden beşi daimi üye statüsündedir ve mutlak veto yetkisine sahiptir. Bu ülkeler ABD, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, Birleşik Krallık ve Fransa'dır. Güvenlik Konseyinin karar alabilmesi için 9/15 oranı gerekli olup, daimi üyelerden birisini aksi yönde oy kullanmaması gereklidir. BM içtihatlarına göre Güvenlik Konseyi karar alırken veto yetkisine sahip üyelerden biri veya birkaçının oylamaya katılmaması bu üyelerin kararı veto ettiği anlamına gelmemektedir. Ayrıca daimi üyelerin çekimser kalmaları da aynı sonucu vermektedir.

BM’e Bağlı Programlar ve Örgütler

FAO - ICAO • ILO • IMO • IPCC • IAEA • UNIDO • ITU • UNAIDS • SCSL • UNCTAD • UNCITRAL • UNDCP • UNDP • UNEP • UNESCO • UNODC • UNFIP • UNIFEM • UNFPA • OHCHR • UNHCR • UNHRC • UN-HABITAT • UNICEF • UNITAR • UNOSAT • UNRWA • UNWTO • UPU • WFP • WHO • WMO

L’ASSEMBLÉE PARLEMENTAIRE DE LA FRANCOPHONIE

L’ASSEMBLÉE PARLEMENTAIRE DE LA FRANCOPHONIE regroupe des parlementaires de 77 parlements ou organisations interparlementaires répartis sur les cinq continents. Son action vise principalement à promouvoir et défendre la démocratie, l’État de droit, le respect des droits de l’Homme, le rayonnement international de la langue française et la diversité culturelle.
Cette section contient 48 parlements ou organisations interparlementaires

Belgique (Communauté française/Wallonie-Bruxelles)
section membre
Bénin
section membre
Burkina Faso
section membre
Burundi
section membre
Cambodge
section membre
Cameroun
section membre
Canada
section membre
Cap Vert
section membre
Comores
section membre
Congo
section membre
Côte d’Ivoire
section membre Actuellement section d’un Parlement n’étant pas reconnu internationalement
Egypte
section membre
France
section membre
Gabon
section membre
Guinée
section membre Actuellement section suspendue
Guinée Équatoriale
section membre
Guinée-Bissau
section membre
Haïti
section membre
Jersey
section membre
Jura
section membre
Laos
section membre
Liban
section membre
Luxembourg
section membre
Madagascar
section membre Actuellement section suspendue
Mali
section membre
Manitoba
section membre
Maroc
section membre
Maurice
section membre
Mauritanie
section membre Actuellement section suspendue
Monaco
section membre
Niger
section membre Actuellement section suspendue
Nouveau-Brunswick
section membre
Nouvelle-Écosse
section membre
Ontario
section membre
Québec
section membre
République arabe syrienne
section membre
République centrafricaine
section membre
République démocratique du Congo
section membre
Rwanda
section membre
Sénégal
section membre
Seychelles
section membre
Suisse
section membre
Tchad
section membre
Togo
section membre
Tunisie
section membre
Val d’Aoste
section membre
Vanuatu
section membre
Vietnam
section membre

section associée
Cette section contient 17 parlements ou organisations interparlementaires


Albanie
section associée
Alberta
section associée
Andorre
section associée
Arménie
section associée
Bulgarie
section associée
Colombie-Britannique
section associée
Ex-République yougoslave de Macédoine
section associée
Genève (Canton de)
section associée
Hongrie
section associée
Île-du-Prince-Édouard
section associée
Lituanie
section associée
Moldavie
section associée
Pologne
section associée
Roumanie
section associée
Saskatchewan
section associée
Valais (Canton du)
section associée
Vaud (Canton de)
section associée

observateur
Cette section contient 12 parlements ou organisations interparlementaires


Catalogne
observateur
CEMAC
observateur
Croatie
observateur
Géorgie
observateur
Lettonie
observateur
Louisiane
observateur
Maine
observateur
Parlement Bénélux
observateur
Parlement panafricain
observateur
République Tchèque
observateur
Serbie
observateur
UEMOA
observateur

Paris Boğaziçi Enstitüsü

Fransa’yla ‘güçlü ilişki’ için Paris Boğaziçi Enstitüsü kuruldu


Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkileri güçlendirmek için “Paris Boğaziçi Enstitüsü” adlı bir düşünce kuruluşu oluşturuldu. Enstitünün başkanlığına eski TÜSİAD Genel Sekreteri Haluk Tükel getirildi. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, “Fransa’da kamuoyuyla etkileşim genellikle düşünce kuruluşları aracılığıyla sağlanıyor” dedi.

TÜRKİYE ile Fransa arasındaki ilişkileri güçlendirmek amacıyla, bağımsız ve objektif bir düşünce platformu oluşturmak üzere Fransa’da “Paris Boğaziçi Enstitüsü (Institut du Bosphore)” adlı düşünce kuruluşu oluşturuldu. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nden (TÜSİAD) yapılan açıklamada, enstitünün, Türkiye’nin özellikle Avrupa Birliği (AB) ve Fransa ile ilişkilerinin önemini vurgulamak amacıyla jeopolitik, ekonomik, sosyal ve kültürel konularda çalışmalar yürüteceği vurgulandı.

Ağırlık Fransa’da

Paris Boğaziçi Enstitüsü Kurucu Üyesi ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, 2008-2012 dönemini kapsayan 5 yıllık TUSİAD Yurtdışı İletişim Programı çerçevesinde 2009 yılında ağırlığın Fransa’ya verildiğine işaret ederek, Fransa kamuoyuyla doğrudan iletişim kurulması amacıyla bir düşünce kuruluşu oluşturma yönüne gidildiğinin altını çizdi. Arzuhan Doğan Yalçındağ, “İletişimde başarı, her ülkenin kendine özgü kamuoyuna hitap etme modellerini tespit etmekle başlıyor. Fransa’da kamuoyuyla etkileşim genellikle düşünce kuruluşları aracılığıyla sağlanıyor” yorumunu yaptı.

Davetiye gibi

Bilim Kurulu Üyesi ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ümit Boyner ise, iki ülke arasındaki ilişkilerin önemini ve Paris Boğaziçi Enstitüsü’nün rolünü vurgulayarak, “Fransa ve Türkiye arasındaki ikili ilişkiler, uzun yıllardan bu yana her iki taraf için de büyük önem arz etmektedir. Paris Boğaziçi Enstitüsü’nün kuruluşu, iki toplum arasındaki ilişkileri güçlendirmeye, sağlıklı ve samimi bir tartışma platformu oluşturmaya ve toplumların birbirini daha yakından tanımasına yönelik bir davetiyedir” dedi.

Başkanı Tükel

Paris Boğaziçi Enstitüsü’nün resmi açılışı bugün Paris’te düzenlenecek bir basın toplantısı ile gerçekleştirilecek. Enstitünün Başkanlığını TÜSİAD’ın eski Genel Sekreteri Haluk Tükel yürütecek. Enstitü, 22-23 Ekim 2009’da İstanbul’da bir konferans düzenleyecek. Konferansta Türkiye’nin AB ve Fransa ile ilişkileri çeşitli boyutlarıyla ele alınacak.

Kimler kurdu

PARİS Boğaziçi Enstitüsü Kurucu Üyeleri Pekin Baran, Ümit Boyner, Eşref Hamamcıoğlu, Bahadır Kaleağası, Ferit Şahenk, Volkan Vural, Arzuhan Doğan Yalçındağ ve Zafer Ali Yavan’dan oluşuyor.

Paris Boğaziçi Enstitüsü Bilim Kurulu’nda kimler var

Prof. Alexandre Adler
Ahmet Aykaç
Pekin Baran
Prof. Süheyl Batum
Ümit Boyner
Guy Carcasonne
Henri de Castries
Kemal Derviş
Stephane Fouks
Mustafa Koç
Gerard Mestrallet
Pierre Moscovici
Soli Özel
Michel Rocard
Güler Sabancı
Prof. Dr. Füsun Türkmen
Prof. Gilles Veinstein